26 Aralık 2009 Cumartesi

Ah şu ilkellik yok mu!

Emek tarihi üzerine yapılan araştırmalar, bireylerin ve toplumların çalışmaya ayırdıkları vakitle ilgili olarak tutulan istatistiklerde tahminlerin ötesinde şaşırtıcı bir tablo ortaya koyuyor. Schor’a göre yaygın kanı, kabaca ilkel toplumlar şeklinde adlandırılan insan topluluklarının yaşamlarının, arkası gelmez ihtiyaçların gereksindiği bir çalışmayla kuşatıldığı sonucuna varır. Aslında, ilkel ya da geçim derdinde olan bu insanlar çok az çalışırlar. Schor’un verdiği örnekle; Papua’lı Kapauku’lar asla üst üste iki gün ve Kung Bushmen’ler de (Güney Afrika’da bir kabile) asla günde altı saatten, haftada da ikibuçuk günden fazla çalışmazlar. Avustralya Aborjinleri ve Sandviç Adası yerlileri çalıştıklarında asla günde dört saati aşmazlar.

Akdeniz havzasındaki ve erken Batı Avrupa halklarının çalışma adetleri de bu minimum çalışma geleneğini yansıtır. Endüstrileşmiş ve yüksek bir üretkenliğe erişmiş Antik Mısır uygarlığında bile tüm yıl boyunca 70 gün ya da ortalama olarak altı günde bir gün iş ile sınırlandırılmış bir düzenleme vardır. Antik Yunan ve Roma’da çalışılmayan günler oldukça boldu. Atinalılar yılda elli ila altmış günü kutlama ve festivallere ayırmışlardı ve Tarentum gibi bazı Yunan kentlerinde bu süre üç kat daha fazlaydı. Eski Roma takviminde 355 günün 109’u “çalışılması yasak olan adli ve idari tatil” olarak işaretlenmişti. Dördüncü yüzyılın ortalarından itibaren bayram günleri 175 güne çıkmış oluyor bu da ortalama bir Romalı çalışanın yılın üçte birinden biraz daha azında çalışmak durumunda kaldığını gösteriyordu (tabi bu durum sadece özgür yurttaşlar için geçerli olup, köle işçilere yansımıyordu. Köle işçilerin çalışma süreleri özgür yurttaşların çalışma günleriyle tam ters bir orantı içerisindeydi).

Ortaçağ’da Kilise, eski Roma ritüellerini ve tatil günlerinin çoğunu çatısı altında toplayarak Hristiyanlığın kutsal bayramlarına dönüştürdü. Kutsal Pazar günü, Yılbaşı, Yortu, bazı aziz anma günleri ve bayramlar, evlilik kutlamaları ve mevsimsel ve siyasi festivaller tatil günleri olarak Ortaçağ İngiltere’sinde yılın üçte birini oluşturuyordu. Fransa Eski Rejimi’nde 180 çalışılmayan gün işaretlenmişti ve İspanya’da tatiller ve dini günler toplamı yılda beş ayı buluyordu. Tüm Avrupa genelinde, hasat zamanları hariç, köylüler tahminen haftada 20 saatten daha az çalışıyorlardı.
.....
18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa ve Amerika’da yaşanan Endüstri Devrimi şüphesiz insanlık tarihinde en uzun çalışma süreleri ve en çetin koşulları beraberinde getirdi. Kapitalist sistemin insan emeğini azaltıp daha az çalışma ihtiyacıyla yetineceği iddiası, kuluçka dönemindeki bu sistemin mitlerinden biri haline geldi hemen. Schor’a göre 18. ve 19. yüzyıldan önce çalışma hayatı mevsimlik, geçici ve düzensizdi. Fakat kapilalizmin gelişi aniden senede elliiki hafta ve hatfada yetmiş ila seksen saatlik altı günden oluşan çalışma haftasını bir norm haline getirdi. Eğer hesaplar doğruysa kapitalizmle birlikte çalışma süreleri ortaçağa kıyasla yüzde 200 ila 300 oranında artmış oldu.

Küresel uzun çalışma sürelerine (günde on ila onaltı saat) karşı seneler süren ısrarlı politik mücadelelerden sonra yirminci yüzyılda bu gidişat bozulmaya ve altı günlük çalışma süresi değişmeye başladı. Yavaşça yükselen, tecrübe kazanan ve yasallaşan işçi hareketi sayesinde muhasebe defterinin işçiler hanesinde iyileşmeler başladı. Fakat ne uzun erimli ne de engelleri aşan değişimlerdi bunlar.

Çoğu Amerikalı artık eskisinden çok çalışıyor... Amerikalıların yüzde 85’i haftada 45 saat iş başında ve projeksiyonlara göre bu süre 2010’da ortalama olarak 58 saate çıkacak. Rakamlar ne olursa olsun, net olan bir şey varsa o da artık Japonların bile işlerine bizlerden daha fazla vakit ayırmadıklarıdır.
.....
Öyleyse “Sekiz saat iş, sekiz saat dinlenme ve sekiz saat de ne yapacaksak o” haykırışı işçi hareketi için fazla bile. Bir bilgenin belirttiği gibi: “Tanrıya şükür hafta sonunu icat ettik. Eğer yapamasaydık hiçbirimiz gerçek bir hayat yaşayamayacaktık. Şundan emin ol, iş başında geçirdiğimiz o tüm saatler tek bir hayatın yerini tutamaz!”

The Importance of Being Lazy: In Praise of Play, Leisure, and Vacations, Al Cini, Routlege pub., 2006, s.66-67-68

çeviri: azcalis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hayatın Mekaniği