1 Ocak 2010 Cuma

Boş vaktine sahip çık


Aşağıdaki yazarı anonim yazıya, boş vaktin öldürülen vakit (ki vakit öldürmek tembellik değildir kesinlikle, tembellik sanatının hayatı dönüştürücü potansiyeli onda yoktur) olmadığına dair gerçeği gayet samimi şekilde ele aldığı için yer veriyoruz. Yazıdaki ağırlıklı vurgunun boş vaktin değerlendirilmesine yapılması, yazıdan evvel Ünsal Oskay’dan bir alıntıyı önsöz maiyetinde koymayı adeta gerekli kıldı. Bahsi geçen yazı Bruce Brown’ın ileride ele alacağımız kitabı “Gündelik Hayatın Eleştirisi”ne Oskay’ın yazdığı önsözden;

Gelecekteki insan hayatının farklı olabilmesi için, bugünkü hayatımızın ve bizim bu hayat içindeki davranışlarımızın daha bugünden farklılaşmaya başlaması gereklidir. Ama bu farklılık, bizi realiteye tepkimeci yanıtlar vermenin ötesine gidemeyen non-social yaratıklara da dönüştürmemelidir. Bizi mutsuz kılan verili toplumsal sistemler karşısında “toplum dışı” yaratıklara dönüşmemeliyiz. Bugünkü hayatımızı sürdürürken gelecekteki daha insanca hayatı düşlemeli, tasarlamalı ve onun gerçekleşmesi yönünde bu hayatı dönüştürmeye mecbur olan bütün toplumsal kesimlerdeki insanlarla birlikte örgün adımlar atmayı da öğrenmeliyiz.

İş Ahlakı Nasıl Bir Ahlak?

Hiç merak ettiniz mi, ebeveynleriniz sıra “boş vakit”e geldiğinde neden öyle şaşkın gibi hareket ederler? Neden ufak bir hobiye başlar ve hem sürdürmekte başarısız hem de hastalıklı şekilde takıntılı hale gelirler... üstelik o şeyle yaşamlarına birşey katılamayacağı görülse bile? Belki de bahçeyle uğraşırken ya da basketbol takımlarının zaferlerini takip ederken kaybettiklerini arıyorlardır. Belki de babanız, aldığı o bütün eğlenceli aletleri (her yaştan erkeğin sahibi olduğu) sadece birkaç kez kullanıp sonra bir kenara istifleyiveriyordur ve bir sonraki ay da bir sürü kayak ekipmanı daha alıyordur. Ya da belki de boş vakitlerini karşısında harcadığı geniş ekran televizyonunun borçlarını nasıl ödeyeceğini hesaplamaya çalışarak sadece vakit öldürüyordur.

İşleriyle ilgili olarak size hiç dürüst oldular mı? Ondan hoşlanıyorlar mı? İşleri, kendilerini ifade edebiliyor mu, istedikleri her türlü hedefi gerçekleştirebiliyorlar mı? Kendilerini kahraman gibi hissedebiliyorlar mı ya da hergün eve gururla mı dönüyorlar –yoksa tükenmiş olarak mı? Kapıdan içeri girer girmez geniş ekran televizyonlarının karşısına mı kuruluyorlar yoksa? Başka birşey için enerjileri oluyor mu? Eğer bütün bunlar onlar için iyi olansa, sizin için de öyle mi?

İş neye benzer?

Bugün, işbölümü nedeniyle çoğu meslek çok spesifik işleri tekrar tekrar yapmaktan ibarettir, aralarında çok küçük farklar olan işleri. Eğer bulaşıkçıysanız, bulaşık yıkarsınız: genelde insanlarla iletişim kurmaz ya da çok karmaşık problemlerle uğraşmazsınız ve asla bulaşıkhaneden ayrılıp, güneş altında dolaşmaya çıkamazsınız. Eğer emlakçıysanız, ellerinizi birşey vücuda getirmek için kullanmazsınız ve vaktinizin büyük kısmını piyasalar ve satış incelikleri üzerine düşünerek geçirirsiniz. Haftada ortalama 40 saat çalıştığımız ve en nihayetinde yedi günümüzün beşinde çalıştığımız için, mesleğimiz ne kadar çeşitli alanları içerse de sadece belli şeyleri yapabilir ve uğraşabiliriz. Hayatımızın çoğu iş başında geçiyor. Gündelik hayatımızı işgal eden ilk şey çalışmak ve işyerinden çıkana dek bir an olsun huzura kavuşmak için birşey yapacak fırsatımız olmuyor. Vaktimizin ve enerjimizin çoğunu tek ya da on farklı iş üstünde tüketirken, nihayetinde farklı şekillerde de olsa sıkkın ve umutsuz hissediyoruz... kafamızda bunu canlandırmıyor olsak bile.

Bunun da ötesinde, büyük mesleklerin yaygınlaşması ve buna bağlı olarak serbest mesleklerle küçük işletmelerin azalışı nedeniyle çoğumuz yaptığımız işlerdeki vazifelerimiz hakkında yeterli ipucu edinemez hale geldik. Kendi işinizi kurmak ya da birlikte çalışabilecek bir arkadaş ya da komşu bulabilmek bile çok zor. Genellikle kendi işi üzerindeki kontrolü bizim sahip olduğumuzdan daha fazla olmayan idareciler tarafından verilen talimatları izleyerek işimizi yapmaya çalışmak durumunda kalıyoruz. Ne yapacağımıza karar veremeyince de kendimizi işimize yabancılaşmış hissetmemiz, iş kalitemize karşı kayıtsız kalma olasılığımızı doğuruyor ve üzerinde çalıştığımız projelerin önemsiz görülmesine yol açıyor.

Esasında bu bakışla günümüzde mesleklerin çoğunluğunun önemsiz görülmesi gayet kolay. Kapitalist ekonomide mesleklerin geçerliliği en çok talep edilen üretimlerle bağıntılı ve talep gören ürünlerin geneli (askeri teknoloji, fast food, Pepsi, son moda giysiler) insanları gerçekten mutlu eden ürünler değil. Onca güçlükle üretip sattığın ve bir hiçten başka birşey olmayan ürünler, yaptığın bütün işlerin değersiz olduğunu hissettiriyor. Kaç kişi McDonalds’da yediği o sırılsıklam kızarmış patatesler için gerçekten yanıp tutuşuyor? Arkadaşı tarafından hazırlanmış bir yemeği ya da kendine ait kafesinde pişirdiği yemeği sunan şefinkini yemekten daha mutlu olmasın?

Kısacası, “çalışmak”, bildiğimiz kadarıyla bizleri mutsuz ediyor çünkü onun için çok fazla şeyi feda ediyoruz, çünkü çok biteviye, çünkü yapacağımız şeyi seçemiyoruz ve çünkü genelde yaptıklarımız, insan oluşumuzun en çok gereksindiği şeyler değil.

Boş vakit neye benzer?

Uğraştığımız projeyi ya da kendimize gelmek için en çok neye ihtiyacımız olduğunu seçme özgürlüğümüzün bile olmadığı işimizin başında tüm enerjimizi tüketerek sonunda eve döneriz. Duygusal ve fiziki olarak yıpranmışızdır ve hiçbir şey, ertesi günün mesaisi için enerji depolamak adına bir süreliğine de olsa öylece sessiz sedasız oturmak ve televizyon seyretmek ya da günlük gazeteleri okumak kadar doğal gelmez. Belki de bir hobiyle meşgul olarak tükenmişliğimizi ve yıpranmışlığımızı geri plana atmayı deneriz; fakat gün boyunca iş yerinde kendi irademizle hareket etmeye alışık olmadığımız için genelde evdeki o boş vaktimizde ne yapmak istediğimizi bilmiyoruz. Şüphesiz bazı şirketler ya da diğerlerinin bizler için yaptığı planların ne olduğunu reklamlardan ve komşulardan görerek anlıyoruz; fakat şirketlerin en temel tatminlerimiz üzerinden canlandırdıkları faydalar şeklindeki olanakların ve minyatür golf oynamanın garip bir şekilde ihtiyacımızı karşılamadığını keşfediyoruz.

Elbette ki benzer şekilde, çalışmaktan arta alan vakit ve enerjimiz, içinde bulunduğumuz durumu gözden geçirmek ya da daha fazla enerji ve vakit gerektiren herhangi bir ödüllendirici aktivite olanağı yaratmak üzere paylaştırmaya yetmiyor. İşimizden ya da yaşantımızdan nasıl zevk alabileceğimizi düşünmekten hoşlanmıyoruz –ayrıca bu depresif bir şey ve bundan hoşlanmıyorsak bile ne yapabiliriz ki? Sanat ya da müzik ya da kitaplardan keyif almak için gerçekten mücadele etmeye enerjimiz kalmıyor; müziğimizin sakinleştirici, sanatımızın iddiasız, kitaplarımızın sadece eğlendirici olmasını istiyoruz.

Aslında eforumuzu arttırmak ve işe dair birşeyler üretmek için yaptıklarımız ortaktır ve rahatlama biçimimiz ve boş zamanımızda hiçbirşey yapmamamız da öyle. Çünkü çoğumuz işimizi sevmeyiz, mutsuzken yapmak için yöneldiklerimiz ortaktır, mutluyken de, artık bildiğimiz kadarıyla da bu... hiçbir şey yapmamaktır. Kendimiz için asla harekete geçmeyiz, çünkü bütün zamanımızı başkaları için bir şey yaparak ve çok iş görmenin ve çalışmanın her zaman mutsuzluğa neden olduğunu düşünerek harcarız. Mutluluktan anladığımız ise asla bir şey yapmamak ve uzun bir tatilde olmaktır.

Ve bu da eninde sonunda neden çoğumuzun mutsuz olduğunu açıklar: çünkü mutluluk hiçbir şey yapmamak demek değildir, mutluluk yaratıcı bir eylemlilikte bulunmaktır, bir şeyler üretmektir, önemsediğiniz şeyler için çok çalışmaktır. Mutluluk, mükemmel bir uzun mesafe koşusuyla, aşık olmakla, önemsediğiniz insanlar için orjinal bir yemek yapmakla, kitaplık kurmakla, şarkı yazmakla birlikte gelir. Yastığınıza gömülüp öylece kalarak mutlu olunmaz, mutluluk, peşine düşmek zorunda olduğumuz bir şeydir. Bir şeyler yaptığımız için mutsuz değiliz, tüm yaptığımız şey önemsemediğimiz şeyler olduğu için mutsuzuz. Ve işimiz bizi tükettiği ve isteklerimizden alıkoyduğu için mutsuzluğumuzun kaynağının çoğunu onlar oluşturur.

Çözüm ne?

O işte çalışmak zorunda olmadığını biliyorsun. Maaşını harcadığın Pepsi’den, pahalı kıyafetlerden, geniş ekran televizyondan ve pahalı mobilyalardan kurtulman mümkün. Önem verdiğin birşeyler yapmayı deneyerek başlayabilirsin ya da semt pazarında gerçekten seveceğin bir iş bulmayı deneyebilirsin (iyi şanslar!)... ve bu sana hayatında yapmak istediğin diğer şeyler için yeterli vakit ve enerji kazandırır. Hayatını düzenlerken en çok dikkat etmen gereken nokta, bir şey yaparken onu istediğin için yapmandır yoksa karlı olacağı için değil –diğer bir deyişle para için mutluluğunu satacaksan ne kadar para yaptığın önemli değildir. Unutma az para kazanman, para yapma önceliğinin vereceği telaşın da az olması demektir... ve o insanlık dışı işleri daha az yapacağın anlamına gelir. Tüm boş vaktini ot gibi yaşamadan ya da eğlencelere para akıtmadan kullanmayı öğren, bir şeyler yarat, bir şeyleri tamamla –kimsenin sana yapman için ödeme yapmadığı ama bir şekilde hayatını (belki de başkalarının hayatını) daha iyiye götüren şeyleri.

Bazıları, eğer herkes çalıştığı işleri bırakıp giderse içinde buluduğumuz sistemin çökeceğini tartışacaktır –daha iyi ya. Yeterince otomobil üretmedik mi, yeterince alışveriş merkezi, yeterince televizyon ve golf klübü, yeterince lanet olası nükleer silah yok mu? Fast-food’u azaltıp ev yapımı yemeklere yönelsek kötü mü etmiş oluruz? Eğer çalan bir şarkı bir üretim bandından daha tatmikar ise, neden bu kadar az müzik grubu çıkıyor da, transistörlü radyo sayısı bu kadar fazla? Şüphesiz “işsiz” bir dünya hayali, gerçekleştiğini bizim göremeyeceğimiz bir hayal; fakat asıl problem bu rüyayı yapabildiğiniz kadar hayatınızın bir parçası haline getirmek –bilinçsiz tüketicilik zincirlerinden kurtulduğunuz ve daha anlamlı olan bir yaşam haline.

http://www.crimethinc.com/texts/atoz/workethic.php

çeviri: azcalis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hayatın Mekaniği