15 Ocak 2010 Cuma

Tam gün mü "tüm gün" mü?

Aslında 70’lerden bu yana konuşulagelen “Tam Gün Yasası” bugünlerde meclisten yasalaşarak geçmek üzere. Konunun sadece hekimler arasında tartışılıyor olması, medyanın dahi konuyla fazla alakadar olmaması konunun önemsizliğinden değil taraf olma ya da karşısında olma gerekçelerinin spesifik bir alana aitmiş gibi yürütülmesinden. Zira hekimlerin çalışma koşullarıyla birlikte tüm sağlık sistemini de etkileyecek bu yasanın, esasında bu topraklarda yaşayan ve parasız, adaletli ve sağlıklı bir sağlık sistemine gereksinim duyan çoğunluğun yaşamında da keskin dönüşümlere neden olması kaçınılmaz.

Konuyla ilgili yapılan tartışmaların sağlık reformu başlığı altındaki diğer ayakları yanında çalışma süreleriyle ilgili boyutu da ileride çokça üzerinde durulabilecek bir vurgu taşıyor. Hali hazırdaki çalışma kanununda bazı özel iş kolları dışında kağıt üzerinde (bkz.) 45 saat olarak görülen haftalık çalışma süresi bu yeni tasarıyla birlikte 40 saate düşürülerek tam gün aynı kurumda çalışma yükümlülüğü getiriyor. Bu durumda hekimler sadece Kamu ya da sadece özel (tek bir özel kurum) sağlık kuruluşlarında çalışabilecek. Sağlık-Sen konuya özlük haklarıın korunması şartıyla sıcak bakarken Türk Tabibler Birliği bunun sağlığın tümüyle özelleşmesi anlamına geldiği konusunda ısrarlı. Birliğe göre kamudaki döner sermaye havuzuna göre belirlenecek ücretler kamu hastanelerinin de özel hastanelerle rekabet içerisine girerek bir ticari forma bürüneceğini ve nihayetinde de bunun tüm hastanelerin özele devriyle sonuçlanarak sağlığın tamamen özelleşmesine neden olacağını savunuyor.

Sağlık Bakanının bu yeni düzenleme ile hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin ücretlerinin de artacağı yönündeki ifadeleri ise hiç inandırıcı bulunmuyor zira bakanın bahsettiği ücretlere erişebilmek için günde 13-14 saate varan mesailer yapmak kaçınılmaz. Zaten bakan da bunu yalanlamıyor ve bu yeni düzenlemenin isteyen hekimin daha çok çalışarak daha çok kazanabileceği bir yapı sunduğunu da rahatlıkla söyleyebiliyor. Böylece hayati önem taşıyan 40 saatlik haftalık çalışma süresi anlam sapmasına uğruyor; 40 saat mesainin daha az çalışmak manasına gelmesi gerekirken ücretlerin kesintisiyle birlikte sunulması paradoksal bir biçimde daha çok çalışmayı adres gösteriyor.

Daha fazla gelir elde etmek için daha fazla çalışmak formülü ise özünde keyfiyete bağlı ya da hekimin para hırsına kalmış bir opsiyon gibi sunulmaya çalışılsa da, mevcut kazançlarının 40 saatle birlikte düşmesinden ötürü zaten madur olan hekimlere bir de hastaneye hasta çekmeleri için pazarlamacı görevi yüklenmiş oluyor. Daha uzun mesailerde ve daha çok hastaya bakarak geçen her günün sonunda hekim kendi sosyal yaşantısından koparken hasta da yıpranmış ve gergin bir hekimin olası dikkatsizliğinin yol açacağı tehlikelerle karşı karşıya.

Geçtiğimiz yıllarda Türkiyedeki doktor açığının yurt dışından getirilecek doktorlar ile karşılanacağı yönündeki beyanatların saçmalığı karşısında geri adım atan hükümet bu yeni düzenleme ile hekim açığını kapatabileceğini iddia ediyor, ancak ödenmesi gereken paha, hekimin deliler gibi çalışması!

Çözüm elbette ki çok yönlü bir yaklaşımını gereksiniyor. Öncelikle sağlık sisteminin hastanın müşteri, hekimin pazarlamacı olduğu bir sistemden tamamen korunması şart. Bu şartın sağlanmasıyla birlikte doğal olarak tesis olacak olan parasız ve adil bir sağlık hizmetine erişim hakkının hekimlerin üzerindeki “performans” baskısını yani hasta/zaman denklemindeki sıkışmışlığını da kaldırması ve asıl yapmaları gereken işe yoğunlaşmaları mümkün olacaktır. Unutmamak için tekrar etmekte fayda var: Önce “İnsan”!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hayatın Mekaniği