Naomi Klein'ın küresel markaları hedef tahtasına koyduğu kitabı No Logo'da Terk Edilen Fabrika - Süper Marka Çağında Küçümsenen Üretim başlığı altında ele aldığı ölümüne çalıştırılma koşullarının müsebbibi uluslararası büyük şirketlerin adeta bir çeşit ur gibi gördükleri imalat kalemlerini taşeronlara yıkarak ve onları birbirine kırdırarak kızıştırdığı para ve süre pazarlıklarıyla tüm dünyanın başına ne işler açtığı ibretlik örneklerle ele alınıyor.
“Makineler yıpranır. Arabalar paslanır. İnsanlar ölür. Ama hayatta kalan markalardır.” (Hector Liang, United Biscuits eski yöneticisi.)
...diğer bir deyişle, markalama tüm “katma değeri” kullanmaktadır. Asıl üretim süreci, değerini bu derece kaybettiğinde, bu durum, üretim işini yapan insanlara bir posa, bir artık gibi davranılması olasılığının ardındaki mantık haline gelmektedir.
...Phil Knight (Nike’ın kurucu sahibi)’ın dediği gibi, “mal üretmenin artık değeri yok. Değer, titiz araştırmalarla, yenilik getirmekle ve pazarlamayla katılıyor.” Phil Knight’a göre üretim, marka imparatorluğunun temel direği değil, sıkıcı, marjinal bir görevdir.
Bu nedenle artık pek çok şirket üretimi es geçmektedir. Ürünlerini kendileri, kendi fabrikalarında yapmak yerine, “tedarik etmektedirler”, tıpkı doğal kaynak sanayilerinin uranyum, bakır ya da kereste elde etmeleri gibi.
(Bu durum bu şirketlerin ellerini iki şekilde temiz tutuyordu. Bunlardan biri imalatın kirli süreçlerinden, atıklarını bertaraf yükümlülülüğünden ve fabrikaların sürekli baş ağrıtan idari süreçlerinden (işçi talepleri, personel istihdamı, bakım masrafları vb.) azade olmalarıydı. Ancak daha da önemli olan ikinci bir sevimsiz durumdan daha koruyordu onları: ürünlerinin imalatını yapan işçilerin yaşamlarındaki dayanılmaz koşullara karşı hukuki ve vicdani yükümlülüklerinden de muaf hissediyorlardı, ellerini sürmeden ve çok daha ucuza üstelik de hiçbir sosyal yükümlülük altına girmeden asıl odaklanmak istedikleri şeye, markalarının imajlarına yoğunlaşabiliyorlardı.)
Disney sözcüsü Ken Green, şirketinin Haiti’de Disney kıyafetleri üreten fabrikasındaki ağır koşullardan sorumlu tutulmasından dolayı herkesin içinde üzüntüsünü belirttiği zaman, bu değişikliğin boyutu hakkında ipucu vermiştir. “bizim Haiti’de çalıştırdığımız işçimiz yok”, demiştir, fabrikanın bir yükleniciye ait olduğuna işaret ederek. Green Catholic Register’dan Cathy Majtenyi’ye “kullandığınız gazete kağıdına bakın, bunun üretiminde çalışma koşulları hakında herhangi bir bilgi var mı?” diye sormuştur.
(Filipinler’in serbest ticaret bölgesi Cavite’de çalışan 60.000 kişi artık birer küresel marka haline gelmiş onlarca şirketin ürünlerinin imalatını yapan dev bir kasaba-fabrika. Kasabada hayata dair olan tek şey durmak bilmeyen hareket ve çırılçıplak ifşa olan tek bir mottoyla deviniyor: “çok çok düşük fiyatlarla, saf, yüzde 100 üretim”.)
Güneşte pişen vardiya kartları, her işçiden maksimum işin, her günden maksimum çalışma saatinin sıkılıp çıkartıldığından emin olunmasını sağlar. Bölgede sokaklar ürkütücü derecede boştur ve açık kapılardan –ki bunlar pen çok fabrikadan havalandırma sistemini oluşturuyor- gürültülü makinelerin üzerine eğilmiş sıra sıra genç kızlar görülür.
...İBB’ler (İmalat İşleme Bölgesi) nerede olursa olsuni çalışanların anlattıkları hikayeler şaşırtıcı ölçüde aynıdır: çalışma saatleri uzundur; Sri Lanka’da on dört saat, Endonezya’da on iki saat, Güney Çin’de on altı saat, Filipinler’de on iki saat. Çalışanların büyük çoğunluğu kadınlardır.
...Bölge fabrikalarının çoğu, Filipinler çalışma yasasının sistematik olarak çiğnendiği demir yumruk kuralları ile işlemektedir. Örneğin bazı işverenler, on beş dakikalık molalar haricinde tuvalet kapılarını kilitli tutmaktadır, bu aralar sırasında, yönetimin üretim dışı süreyi takip edebilmesi için, çalışanların giriş çıkışlarda imza atması gerekmektedir.The Gap, Guess ve Old Navy için kıyafet dikilen bir fabrikada çalışan terzi kadınlar bana kimi zaman tuvaletlerini makinelerin altında plastik torbalara yapmak zorunda kaldıklarını söylediler. Konuşmayı, hatta Ju Young elektronik fabrikasında gülmeyi yasaklayan kurallar söz konusudur. Bir fabrikada, kurallara uymayanları utandırmak üzere “En Geveze Çalışanlar” listesi asılmaktadır.
(Tüm bu tablonun bize çizdiği kölelik düzenidir. Çünkü çalışmaktan başka birşey yapamayacak kadar uzun mesai süreleri dışında ücretler de ancak karın tokluğuna yetmektedir.)
İşçi grupları Çin’de bir montaj hattı işçisinin yaşama ücretinin saatte 87 sent olduğu konusunda fikir birliği içindedirler. Çokuluslu şirketlerin bölge üretimine geçmek için yüzlerce yerel tekstil fabrikasını kapattıkları ABD ve Almanya’da, konfeksiyon işçileri bir saatte sırasıyla 10 dolar ve 18.50 dolar kazanmaktadır. İşgücü maliyetindeki bu muazzam tasarrufa rağmen, dünyanın en güçlü ve en zengin markaları için üretim yapanlar hala Çin’deki işçilere, yaşam giderlerini karşılamalarına, hastalıklarda tedavilerine yetecek ve hatta eve ailelerine küçük bir miktar para göndermelerini sağlayacak 87 senti dahi vermek istememektedirler. Çin’de bulunan özel ekonomik bölgelerde marka üretimi üzerine 1998 yılında gerçekleştirilen bir çalışma, Wal-Mart, Ralph Lauren, An Taylor, Esprit, Liz Claiborne, Kmart, Nike Adidas, J.C.Penney ve The Limited’in bu içler acısı 87 sentin ancak bir bölümünü ödediklerini, bazılarının saat başı 13 sent ödediğini ortaya koymuştur.
(Bu çok çok uzun çalışma süreleri işçilerin hasta olamasına ve sosyal açıdan yok olmalarına neden olmaktadır. Durmaksızın çalışmak, kalan o çok değerli vaktin oturulup düşünmeye, diğer arkadaşlarıyla dertleşmeye ve bu berbat koşulların iyileştirilebilmesi için örgütlenmelerine, örneğin sendikal faaliyetlere değil uykuya ayrılmasına yol açmaktadır.)
...Sürekli misilleme tehdidine rağmen, İşçi Destekleme Merkezi, Cavite bölgesi fabrikalarında değişik derecelerde başarılı olan ılımlı sendika organizasyonu girişimlerinde bulunmuştur. Örneğin, All Asia konfeksiyon fabrikasında bir girişimde bulunulduğunda, organizatörler önemli bir engelle karşılaşmışlardı: işçilerin yorgun olması. Ellen Tracy ve Sassoon için kıyafetler diken All Asia terzilerini en büyük şikayetleri zorunlu fazla mesaidir. Normal vardiya sabah sekizden akşam 10’a kadar devam etmektedir, ancak haftada birkaç gece işçilerin “geç” saatlere kadar, sabah 2’ye kadar çalışmaları gerekmektedir. İşçiler, işlerin en yoğun olduğu dönemlerde arka arkaya iki gece sabah 2 vardiyasında çalışmaya alışmışlardır; bu da kadınların çoğunun ertesi sabahki normal vardiyalarına başlamadan önce sadece birkaç saat uyuyabilmelerine neden olmaktadır. Ancak bu aynı zamanda All Asia işçilerinin kendileri için son derece değerli olan 30 dakikalık molaları sendika hakkında konuşmaya değil, uyumaya ayırmaları anlamına gelmektedir. Dört çocuk annesi bir kadın All Asia’ya sendika getirme girişimlerinde başarısız olmasının nedenini açıklarken bana, “işçilerle konuşmakta zorlanıyorum çünkü işçiler daima uykulu oluyorlar” demişti.
(Ve insanlar, aşırı çalışmaktan hayatlarını kaybetmektedir.)
Cavite’de, fazla mesai konusunun, iş arkadaşlarına göre “aşırı çalışmaktan” ölen Carmelita Alonzo’dan bahsedilmeden konuşulması mümkün değildi. Bana, İşçi Destek Merkezinde toplanan işçi grupları tarafından ve bire bir görüşmelerde bireysel olarak tekrar tekrar anlatıldığına göre Alonzo, V.T. Fashion fabrikasında diğer markaların yanı sıra The Gap ve Liz Claiborne kıyafetleri diken bir terziydi. Konuştuğum işçilerin tamamı bu trajedinin nasıl gerçekleştiğini mutlaka bilmemi istiyorlardı; çünkü böylelikle “Kanada’da bu ürünleri alan insanlara” durumu açıklayabilirdim. Carmelita Alonzo’nun ölümü özellikle yoğun bir çalışma döneminde arka arkaya gelen uzun gece vardiyalarının ardından gerçekleşmişti. Çalıştığı kot fabrikasının ve aynı zamanda Carmelita’nın fabrikasının da sahibi olan aynı dönemde kendisi de büyük siparişlerle karşı karşı kala Josie, “sevk edilecek çok fazla ürün vardı ve kimsenin eve gitmesine izin verilmiyordu” diye hatırlatıyor. “Şubatta usta başı neredeyse her geceye, gece vardiyası vermişti”. Alonzo bu vardiyalarda çalışmakla kalmıyor, ailesine dönmek için de iki saatlik yol gidiyordu. Gün boyunca boğucu sıcak olan ve geceleri rutubet basan fabriklarda sık rastlanan bir hastalık olan zatürreden şikayetle, müdüründen iyileşebilmek için izin almak istemişti. Reddedilmişti. Alonzo sonunda hastaneye yatırılmıştı; burada 8 Mart 1997’de –Dünya Kadınlar Gününde- ölmüştü.
...Bu fazla mesai stresi, fabrikalar daha çok işçi çalıştırsa ve daha kısa iki vardiya yapsalar, büyük ölçüde hafifleyecektir. Ama bunu neden yapsınlar? Bölgeyi denetlemekle görevli devlet memuru fazla mesai ihlallerinden dolayı fabrika sahipleri ve müdürleriyle uğraşmıyor. Bölge yöneticisi Raymondo Nagrampa, fabrikalar daha kısa süre çalışmak üzere daha fazla işçi alırsa elbette daha iyi olacağını kabul ediyor; ancak bana, “sanırım bunu bir kenara bırakacağım. Bence bu daha çok yönetimi ilgilendiren bir karar” demişti.
(Bu mesele elbette ki sadece Filipinlerin, Tayland, Meksika ya da Çin’in meselesi değildir. Örneğin Nike’ın dünya çapındaki yaklaşık 700 taşeronunun 27’si Türkiye’dedir, yani herkesin ortak sorunudur. Ayrıca bu sorun sadece o bölgelerde o koşullarda hayatta kalmaya çalışan yüzbinlerin sorunu da değildir, tüm yerel ya da küresel işletmeler, karlarını düşürmeden istihdam kamburundan kurtulmak için bu yola girmeye başlamıştır ve bu da halen elinde iş olan milyonların işlerinden olmalarına hatta ileride belki de o imalat işleme bölgelerinde o koşullar altında çalışmalarına yol açacaktır. Ancak buradan düz bir çıkarımla bu kölelik koşullarında çalışan işçilerin, dışarıdaki işçilerin işlerini çaldıkları sonucuna varmak hiç de akıl karı olmaz, zira artık yapılan üretim aynı üretim değildir ve o koşullar kimsenin dayanmak için hevesleneceği koşullar değildir.)
...Evet, bunlar Kuzeyden işleri çekmektedir; ancak, sanayileşmiş uluslarda teknoloji geliştikçe orta sınıflarımızı oluşturan işçilerin, yoksulluğun kölesi olan ülkelerle paylaşılmasının sadece bir küresel adalet sorunu olduğu önermesini adil gözlemciler reddedecektir. Sorun şu ki, Cavite’deki ya da Asya ve Latin Amerika’daki tüm bölgelerdeki işçiler “bizlerin” işlerini hiç de devralmamaktadırlar. Hong Kong’da kurulu Asya İzleme ve Kaynak Merkezinin eski araştırma yöneticisi Gerard Greenfield şöyle söylemektedir: “Yer değiştirme ile ilgili masallardan biri, sözde Kuzeyden Güneye aktarılmış gibi görülen işlerin daha önce yapılmakta olana benzer işler olduğudur”. Hayır değiller. Tıpkı şirket tarafından üretimin Pasifik okyanusu üzerinde bir yerlerde, üçüncü şahıs yüklenicilere verilecek “siprişlere” dönüşmesi gibi, tam zanlı istihdam da uçuş sırasında “sözleşmelere” dönüşmüştür...Bu gerçekten de işlerin başka yerlere uçması gibi basit bir hikaye değildir.
Naomi Klein, No Logo, Bilgi yay.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder