1 Mayıs'ta Ankara'da toplanan feminist kolektiften bir grup kadının elindeki “8 Mart Tatil Olsun!” pankartı, gündemimizde genelde çok fazla yer bulamayan bir konuyu hatırlattı. Özellikle Rusya’da oldukça renkli olarak kutlanan ve tatil ilan edilen bu gün (ki orada, Sovyet döneminden bu yana kutlanan şekli “Emekçi Kadınlar Günü”dür) Türkiye’de sanki “yeri yokmuş” hatta “makul değilmiş” gibi görmezden gelinir.
Bugün hala 8 Martın "resmice" yaşamımıza teğellenmiş hali " kadınlar günü" olarak bildiğimiz. Vitrinlerde indirimler ve mor renkli süsler. Bazı bazı sevgililerin, iş arkadaşlarının, oğulların falanın da çiçek alıp verdiği bir sıradan gün, tıpkı benzerleri gibi. Ama 8 Martın asıl hikayesi 1857 yılında başlar; NewYork'taki bir tekstil fabrikasında grevde olan 400 işçiyi ablukaya alan ve onları içeriye hapseden polis, ardından çıkan yangında içeride çoğu kadın 129 işçinin ölümüne sebep olur. Bu olayın yıldönümü, yaklaşık 50 sene sonra Danimarka'da toplanan II. Enternasyonal kadınlar toplantısında Clara Zetkin'in önerisiyle "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kabul edilir ve 1977 senesinde ise Birleşmiş Milletlerce "Dünya Kadınlar Günü" olarak tescillenir.
Türkiye’de ise 1857’deki olayların bir benzeri 29 Aralık 2005'te Bursa'da yaşanır; Bir tekstil atölyesinde gece mesaisi yapan 10 kadından 5'i can verir;
Ayşe Denizalan (15), Sadife Düdüş (18), Gülden Çiçek (21), Necla Özveren (27), Sevgi Sesli (32)
Atölye sahibi kapıyı kadınların üzerine kilitlemiştir ve içeride onları bitmek bilmez mesaileriyle başbaşa bırakmıştır. Kadınlar sigortasızdır, bazıları 18 yaşından küçüktür ve 16 saati bulan mesailerle çalışıyorlardır.
1857 senesiyle 2005 senesi arasındaki 148 yıllık bu boşluğun, unutulmuşların, üzerlerine kilit vurulmuşların hatırlanması ve bu taşlaştıran hor görmenin katil ve azmettiricilerine hatırlatılması için evet, 8 Mart tatil olsun!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder