22 Ocak 2009 Perşembe

Never on Sunday

oh, you can kiss me on a monday a monday a monday
is very very good
or you can kiss me on a tuesday a tuesday a tuesday
in fact i wish you would
or you can kiss me on a wednesday a thursday a
friday and saturday is best
but never ever on a sunday a sunday a sunday
cause that's my day of rest

most anyday you can be my guest
anyday you say but my day of rest
just name the day that you like the best
only stay away on my day of rest

oh, you can kiss me on a cool day a hot day a wet day
which ever one you choose
or try to kiss me on a grey day a may day a pay day
and see if i refuse

and if you make it on a bleake day a freak day or a week day
well you can be my guest
but never ever on a sunday a sunday the one day
i need a little rest
oh, you can kiss me on a week day a week day a week day
the day to be my guest

Manos Hadjidakis, http://fizy.org/ypHJycMfT10y

21 Ocak 2009 Çarşamba

Sendikal hareketin değişmeyen gündemi

Sermayenin karlılık krizine karşı verdiği yanıt kar oranlarını arttıracak mutlak ve göreli önlemleri devreye sokmaktır. Mutlak kar oranı artışı ücretleri baskılayarak, yani işçileri yoksullaştırarak ya da daha fazla çalıştırarak, yani çalışma saatlerini arttırarak gerçekleşir. Bu, sınıf mücadelesinin önemli bir konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Göreli artış ise teknolojik gelişmeyi üretime uyarlayarak birim çalışma saatine düşen üretim çıktısını arttırmakla gerçekleşir.

Sermaye her iki yöntemi de kullanır ancak göreli artışın gerçekleşmesinin mümkün olamadığı dönemlerde, her fırsatta mutlak kar artışı yöntemini devreye sokmak için çabalar.

Sanayi devriminden bu yana ücretlerin düşürülmesi ve çalışma sürelerinin uzatılması karşısında işçi sınıfının ve örgütlerinin tersi yönde mücadelesi sürüyor. Sermaye daha düşük ücretler ve daha uzun çalışma süreleri için bastırırken, işçi sınıfı daha yüksek ücretler ve daha az çalışma süresi için çaba gösteriyor. Bu mücadele bugün de işçi sınıfının öncelikli gündem maddelerinden biridir...

Tonguç Çoban, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=733

Çalışma saatleri ve işsizlik

Çalışma saatlerini azaltmak, istihdam sorununu belirsiz bir geleceğe ertelemeden halletmeye başlamanın yolu. Haftalık çalışmanın 45 saatten 35 saate çekilmesi, 1.6 milyon kişiye iş demek...


...İşsizliğin büyük bir sosyal problem olduğunun kabulü, hemen bugünden yeni iş imkânları yaratacak önerileri zorunlu hale getiriyor. Bütçeden yatırımlara yeterince kaynak ayrılmadığı, ayrılsa bile yeni yatırımların işsizliği azaltmaya yönelik sonuç doğurmasının çok uzun zaman alacağı açık.

O halde çözümü belirsiz bir geleceğe ertelemeden daha fazla insanı iş ve gelir sahibi yapmanın yolu, var olan işlerin çalışanlar arasında paylaştırılmasından geçiyor. Çalışma saatlerinin düşürülmesiyle var olan işlerin çalışanlar arasında paylaştırılması istihdamın artırılmasına imkân yaratır...


Örnekler ve sonuçlar

...Fransa örneğine bakınca çalışma saatlerinin düşürülmesinin istihdamı artırdığı görülüyor. Fransa'da 1970'lerde 44.7 saat olan haftalık çalışma süresi tedrici olarak 35 saate kadar düşürüldü. Fransa'da 1997'de 39 saatten 35 saate indirilen çalışma haftası, iktisatçı Michel Husson'a göre 1997-2001 arasında 500 bin civarında yeni iş imkânı yaratmış. 1,5 milyon civarında beklenen iş imkânının üçte bir oranında gerçekleşmesini Michel Husson 'çalışanların önemli bir kısmının bu uygulamadan yararlanamamasına' bağlıyor.

Peki haftalık yasal çalışma süresinin düşürülmesi Türkiye'de istihdama nasıl bir katkı yapar? 45 saat olan haftalık çalışma süresi diyelim ki 35 saate indirilirse kaç kişi iş imkâ-nına kavuşur? Sadece SSK'ya bağlı çalışanlar üzerinden ve diğer bütün değişkenleri ihmal ederek yapılan kaba bir hesapla karşımıza şöyle bir tablo çıkmakta:

SSK'nın 2003 yılı ve-rilerine göre zorunlu sigortalı sayısı yaklaşık 5,6 milyondur. 5,6 milyon sigortalı haftada 45 saat çalışarak (45x5.600.000) toplam 252.000.- 000 saat/hafta istihdam yaratmaktadır. Bu yaratılan haftalık toplam istihdam 35 saat çalışma üzerinden yapılmış olsaydı; (252.000.-000/35) 7,2 milyon kişinin çalışması gerekecekti. Demek oluyor ki haftalık çalışmanın 35 saate çekilmesi bir anda 1,6 milyon insan için yeni iş imkânı ortaya çıkacaktır. Kuşkusuz çalışma süresinde her bir saatlik azalma aynı ölçüde iş zamanı yaratma anlamına gelmez. Ancak bu hesaplama çalışma saatlerinin düşürülmesinin istihdama yapacağı katkı konusunda fikir verebilir.


Teknolojik olanaklar
Günümüzde çalışma saatlerinin düşürülmesi düne göre daha olanaklı. Çünkü teknolojide yaşanan gelişmeler, emeğin verimliliğinin artması, işgününün kısalması için yeni imkânlar sunmakta. Ne ki sermaye çevreleri ücretlerin düşüklüğünün sağladığı avantajla teknolojik yatırımları geciktiriyor. Köklü bir teknolojik dönüşüm yerine eskiyen, kullanılamayacak durumda olan makineleri yenileriyle değiştiren 'pasif yenileşmeyi' tercih ediyorlar. Çalışma saatlerinin düşürülmesi bir yönüyle teknolojik yatırımlara yönelmeyi de hızlandıracaktır.


Çalışma saatlerinin düşürülmesi Avrupa Sosyal Şartı'nın Türkiye'nin çekince koyduğu Adil Çalışma Koşulları hakkını içeren 2. maddesinde de yer almakta. Bu maddenin 1. fıkrasında 'verimlilik artışı ve ilgili diğer etkenler izin verdiği ölçüde haftalık çalışma süresinin zamanla azaltılmasını öngören makul günlük ve haftalık çalışma saatlerini sağlamayı' gerekli görüyor. Türkiye'nin Avrupa Sosyal Şartı'nda yer alan çekinceleri kaldırmasına ilişkin tasarı TBMM Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu'nda görüşülüyor. Çalışma saatlerinin düşürülmesi konusunun yakın zamanda yeni bir gerekçeye kavuşması da ihtimal dahilinde.


Katma değerden pay
Çalışma saatleri düşürülsün denildiğinde ücretlerde bir indirim yapılıp, yapılamayacağı akla ilk gelen sorulardan biri oluyor. Bir sosyal politika önerisi olarak burada dile getirilen çalışma saatlerinin düşürülmesi, ücretlerde herhangi bir indirim olmadan düzenleme yapılması isteğini içermekte. Çünkü bugün için çalışanların yaratılan katma değerden aldıkları pay almaları gereken değil, toplusözleşme düzeni, antidemokratik yasalar, ekonomik koşullar, sendikaların gücü vb. faktörlerin etkilediği ortamda alabildikleridir.


Dolayısıyla ücretlerin düşürülmeden çalışma saatlerinin düşürülmesi talebi çalışanların insanca yaşama talebi olarak görülmeli. Çalışma saatlerinin kısalması sadece istihdamı arttırıcı, işsizliği ortadan kaldırıcı bir öneri olmakla sınırlı değil elbette. İşgünün kısalması, daha fazla serbest zamana sahip olunması, aynı zamanda çalışanların 'özgürleşmesinin' ellerinden alınan 'kendilerini geliştirme hakkına' kavuşmalarının koşulu. Eşit, adil, güvenli bir dünya için harcanan çabaların da önemli bir parçası. Çalışma saatlerinin düşürülmesi, çalışanları açlığa, sefalete iten, gelecek endişesi duyarak yaşamalarına yol açan işsizliğe karşı istihdamı hemen artırıcı bir öneridir.


Dünden bugüne kademeli olarak azalan çalışma saatlerinin değişimine bakınca gerçekleşemez bir öneri değil.


Yeter ki öneri, sosyal ve siyasal muhataplarını bulabilsin. Yeter ki milyonlarca insanın karşı karşıya bulunduğu, toplumun geleceğini tehdit eden sorun karşısında dile getirilen öneriler 'ekonomik açıdan akılcı değil' gibi klişe bir yaklaşımla tartışma dışı bırakılmasın. Yeter ki rakamların büyüme yoluyla işsizliğin önlenemediğini işaret ettiği bir ortamda kamusal politikalara duyulan ihtiyaç görmezden gelinmesin...


Zafer Aydın, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=146109

Karşı saldırılar

Çalışanlar haklı ve sayısız gerekçeleriyle 35 saat hakları için mücadelelerine devam ederken, işverenler de boş durmuyor karşı atağa geçiyordu. Mazeretler bilindik ama kabul edilemez safsatalardı:


(TİSK’in internet sitesinden)

Rekabet Gücü Kazanmaya Çalışan Avrupa Ülkeleri, Çalışma Sürelerini Tartışıyor...

Avrupa’da, ABD ve Yükselen Piyasalar karşısında rekabet gücü kazanma isteği ile haftalık çalışma süresinin önce 40 saate daha sonra da 40 saatin üzerine çıkarılması çabaları yoğunlaşıyor.

Çalışma süresinin uzatılması ile birlikte;

• Maliyetlerin azalacağı,
• Uluslararası arenada rekabet gücü azalan Avrupa ekonomilerinin güçleneceği,
• Yeni istihdam alanlarının yaratılacağı,
• İşsizlik oranlarının düşeceği

belirtiliyor.


Alman Metal Sektöründe Çalışma Süresi Esnekleştirildi
Siemens’te 35 saatten 40 saate çıkıldı

Almanya’da, Gesamtmetall ve IG Metall arasında Şubat ayında imzalanan, Mart ayında yürürlüğe giren ve Şubat 2006’ya kadar 26 ay süreyle yürürlükte kalacak olan yeni toplu iş sözleşmesi ile 40 saate kadar çalıştırılabilinen işçi oranı istihdamın %18’inden %50’sine çıkarıldı. Bu durumda gerekli görüldüğü takdirde çalışanların yarısı, ücret değişikliği olmaksızın “geçici olarak” haftada 40 saat çalışabilecek.

Sözleşme ile çalışma sürelerinin, ücret denkleştirmesi olmadan “özel durumlarda” 6 ay süre ile 40 saate kadar uzatılmasına da imkan verildi. Bu 6 aylık süre karşılıklı anlaşma sağlanarak 2 yıla kadar çıkabilecek.

Diğer taraftan, dünya çapında 438 bin işçisinin 170 bini Almanya’da çalışan Siemens’in, geçtiğimiz aylarda bir fabrikasında ücretlerde değişiklik yapılmaksızın çalışma süreleri 35 saatten 40 saate çıkarıldı. Son olarak geçen ay Kuzey Ren ve Westfalya eyaletindeki 2 fabrikasında da işçiler ilave ücret almaksızın haftada 35 saat yerine 40 saat çalışmayı kabul etti.

Siemens’in bu girişimi, ülkenin önde gelen fabrikalarını da harekete geçirdi. Örneğin;

• DaimlerChrysler; Almanya’nın rekabet gücünün artması ve ülkedeki işyerlerinin elde kalmasının sağlanması için maliyet girdilerinin azaltılması gereğinden hareketle, üretim, planlama ve geliştirme bölümlerinde çalışan 10.000’den fazla mühendis ve diğer yüksek derece kalifiye elemanının haftalık çalışma süresini 40 saate çıkardı.

Çalışma sürelerinde bir değişiklik olmasaydı DaimlerChrysler, Güney Almanya’daki fabrikalarından 6000 işçi çıkaracak ve yeni C-sınıfı Mercedes otomobillerin üretimini başka ülkelere kaydıracaktı.

• CONTINENTAL, Kimya işkoluna bağlı olarak otomobil yedek parçaları ve tekerlek üretimi yaptığı, 3.500 işçinin çalıştığı Hannover’deki fabrikasında, Haziran ayı ortalarında çalışma süresini 40 saate çıkardı.

• MAN, haftalık çalışma sürelerini ücret denkleştirmesi olmadan ilk etapta 35 saatten 38 saate çıkarmak istiyor. Bunun kabul edilmemesi durumunda Almanya’daki üç fabrikadaki üretimini Doğu Avrupa ülkelerine taşımayı düşünüyor. Bu konu ile ilgili görüşmeler devam ediyor.

Almanya’da son günlerde şiddeti daha da artan çalışma sürelerinin artırılması yolundaki tartışmalar devam edecek gibi görünüyor. Siemens, DaimlerChrysler, Contınental fabrikalarının çalışma sürelerini artırmasının ardından MAN, Linde, Bosch ve Opel fabrikalarında da bu yönde girişimler başladı.


Almanya’da Başlayan Tartışmalar Fransa’ya da Sıçradı

Almanya’nın ardından Fransa’da da çalışma sürelerinin artırılması tartışmaları başladı.

Fransa’da haftalık çalışma süreleri 2000 yılında 35 saate indirilmişti.

19 Temmuz 2004 tarihinde Bosch’a ait bir otomotiv yan sanayi fabrikasında çalışan Fransız işçiler, haftalık çalışma süresini 35 saatle sınırlandıran Fransız yasasına bir darbe indirdi.

Lion kenti yakınındaki Vénissieux kentinde faaliyet gösteren Bosch fabrikası işçileri, fabrikalarının Çek Cumhuriyetine taşınmasını önlemek için her yıl ilave ücret karşılığı olmadan 6 gün daha fazla çalışmayı kabul etti.

Fabrikada çalışan 820 işçinin büyük bölümü önümüzdeki 1 Ocak tarihinden itibaren 20 günlük izinlerinin 6 gününden vazgeçti. Bu da haftada 1 saat fazla çalışma anlamına geliyor.

Yürürlüğe girebilmesi için personelin %90’ı tarafından kabul edilmesi gereken sözleşme, işçilerin oybirliğine yakın bir çoğunluğu ile kabul edildi. 820 işçinin sadece %2’si haftada 36 saat çalışmaya göre sözleşmelerinin değiştirilmesine karşı çıktı.

Şirket yönetiminin, 2008 yılına kadar sona erdirilmesi planlanan 300 işten 190’ını kurtarma taahhüdü altına girdiği bu anlaşma ile fabrikanın çalışılan saat başına işgücü maliyetleri %12 düştü. Anlaşma, Bosch fabrikasının yeni Disel-enjeksiyon sistemi yatırımını, işgücü maliyetleri %40 daha ucuz olan Çek Cumhuriyeti yerine Vénissieux şehrinde yapmasına imkan sağladı.

Fransa’da toplam 10.700 işçi istihdam eden Bosch, ücret karşılığı olmadan 35 saati artıran ilk teşebbüs oldu.

Fransa’da 35 saatlik haftalık çalışma süresinin fiilen aşılması konusunda atılan ilk adım olan bu kararın, diğer şirketlerin de daha fazla esneklik arayışlarını özendirmesi bekleniyor.


Tüm bunlar olup biterken Fransa’da


(Radyo KAssel’in internet sitesinden)

...

Fransa'da hükümetin 35 saat olan haftalık çalışma süresini yükseltmek istemesi ve sosyal hakları tasfsiye planları 100 binlerce emekçiyi sokağa döktü. Paris’te 100 bin, Marsilya’da 50 bin, Bordeauxve Toulouse şehirlerinde 25’er bin kişinin katıldığı yürüyüşlerin çağrısını beş büyük sendika konfederasyonu (CGT, CFDT, FO, CFTC ve FSU) yapmıştı. Öteki sendikaların tümü de katılım çağrısında bulunmuşlardı. Fransa’nın 118 kentinde yapılan protesto gösterilerine katılanların temel talepleri ; haftalık 35 saat çalışma yasasının savunulması, ücretlerin arttırılması ve kazanılmış sosyal hakların gasp edilmesine karşı çıkılması idi.

5 Şubat yürüyüşlerine, beklendiği gibi, özel sektörde çalışan emekçilerden de yoğun bir katılım gerçekleşti. Yıllardır ücret artışı yüzü görmemiş emekçiler, bu duruma artık bir son verilmesi gerektiğini belirttiler. Ocak ayı içerisinde düzenlenen ve değişik sektörlerden milyonlarca emekçinin katıldığı eylem günlerinden sonra, hem harekete bir devamlılık kazandırmak ve hem de 35 saat yasasının parlamentoda tartışılacağı günlerde, emekçilerin tepkisini ifade etmek üzere 5 Şubat eylemleri kararlaştırılmıştı.

Bir önceki dönemde görev yapan 'çoğulcu' sol hükümet zamanında çıkarılan 35 saat yasası, başından beri sermayedarları ve sağcı partileri rahatsız ediyordu. Yasa, işsizliği biraz azaltma kaygısıyla çıkarıldığı için, patronlara birçok taviz veriyor ve sınırlılıklar taşıyordu. Emekçilerin daha az süre çalıştırılmaları bakımından tarihsel ve objektif bir ilerleme olmakla birlikte, esnek çalışma ve ücretlerin dondurulması gibi tedbirlerle birlikte gündeme geldiği için, emekçiler tarafından pek büyük bir coşkuyla karşılanmıyordu.

Raffarin hükümeti işbaşına geldiğinden beri ise, 35 saat yasasını hedef tahtasına koymuş bulunuyor. Daha önce yapılan değişikliklerle, fazla mesai yoluyla çalışma süresi zaten fiili olarak arttırılmıştı.

ILO verilerinde Türkiye

ILO Türkiye Ofisi'nin bülteninde, 50'den fazla ülkedeki çalışma saatleriyle ilgili bilgiler içeren yeni bir araştırmaya yer verildi.

Araştırmada, çalışma saatleriyle ilgili ilk uluslararası standardın getirilmesinin üzerinden yaklaşık 100 yıl geçtiği ifade edildi.

Tüm dünyadaki işçilerin yüzde 22'sine karşılık gelen yaklaşık 614 milyonunun haftada 48 saatin üzerinde çalıştığı bildirilen araştırmada, bu işçilerin, ''aşırı'' çalıştığı kaydedildi. Araştırmaya göre, Türkiye de fazla çalışılan ülkeler arasında yer alıyor. İş Kanunu'nda haftalık çalışma saati 45 olarak belirlenirken, araştırmada Türkiye'de imalat sektöründe haftalık çalışma saatinin 52,2 olduğu kaydedildi.

Araştırmada, ''Tüm dünyada imalat sektöründe ortalama çalışma saatleri genel olarak haftada 35 ile 45 saat arasında değişmektedir. Bununla birlikte Kosta Rika, Peru, Filipinler, Tayland ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu süre söz konusu aralığın hayli ötesindedir. Örneğin Türkiye'de 52,2 saat'' denildi.
Araştırmada, en uzun çalışma saatleri listesinin başında Peru'nun geldiği bildirildi. Bu ülkede, işçilerin yüzde 50,9'unun haftada 48 saatten fazla çalıştığına işaret edilen araştırmada, haftada 48 saatten fazla çalışanların oranının Güney Kore'de yüzde 49,5, Tayland'da yüzde 46,7, Pakistan'da ise yüzde 44,4 olduğu belirtildi.

Araştırmada, gelişmiş ülkelerden İngiltere'de haftada 48 saatten fazla çalışanlarının oranının yüzde 25,7 ile başta geldiği, bu ülkeyi yüzde 25,5 ile İsrail, yüzde 20,4 ile Avusturya, yüzde 19,2 ile İsviçre ve yüzde 18,1 ile ABD'nin izlediği kaydedildi.

AA

Fazla çalışmak öldürür

ABD'de 1987-2000 yılları arasında yapılan araştırmaya göre fazla mesai yapanlarda kaza ve hastalık riski yüzde 61 daha yüksek. Günde 12 saatten fazla çalışmanın riski üçte bir oranında artıyor. ABD'nin Massachusetts Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada 110 bin 236 çalışanın kayıtları incelendi.
Araştırmayı kaleme alan Allard Dembe, uzun çalışma saatlerinin yarattığı yorgunluk ve stresin işyeri kazaları ve hastalıklardan sorumlu olduğunu söyledi. Kayıtlarda 5 bin 139 yaralanma ve hastalığa rastladıklarını açıklayan araştırmacılar, bunların genellikle kesik, yanık ya da kas incinmesi olduğunu söyledi. Bu sorunların yarısından çoğunun fazla mesai saatleri içinde gerçekleştiği belirlendi.

BBC'den aktaran Radikal Gazetesi, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=161812&tarih=19/08/2005

Cittaslow-Yavaş Kentler Hareketi






http://www.cittaslow.net/sezioni/Rete%20Internazionale/


Ülkelere göre yavaş şehir listesi

Türkiye
Seferihisar, Izmir

Avustralya

Goolwa
Katoomba, City of Blue Mountains

Kanada
Cowichan Bay

Danimarka
Svendborg, Fyn

İtalya

Abbiategrasso
Acqualagna
Anghiari
Barga
Borgo Val di Taro
Bra
Bucine
Caiazzo
Casalbeltrame
Castelnovo ne' Monti
Castelnuovo Berardenga
Castiglione del Lago
Chiavenna
Chiaverano
Città della Pieve
Civitella in Val di Chiana
Cutigliano
Fiumicino
Fontanellato
Francavilla al Mare
Giffoni Valle Piana
Greve in Chianti
Guardiagrele
Giuliano Teatino
Levanto
Massa Marittima
Montefalco
Orvieto
Pellegrino Parmense
Penne, Pescara
Pianella
Pollica
Positano
Pratovecchio
San Daniele del Friuli
San Gemini
San Miniato
San Vincenzo
Santa Sofia
Suvereto
Teglio
Todi
Torgiano
Trani
Trevi
Zibello

Hollanda
Midden-Delfland

İsveç
Falköping, Västra Götaland

Avusturya

Enns, Upper Austria

Birleşik Krallık (UK)
Aylsham, Norfolk, England
Berwick Upon Tweed, Northumberland, England
Diss, Norfolk, England
Ludlow, Shropshire, England
Mold, Flintshire, Wales
Perth, Perth and Kinross, Scotland
Cockermouth, Cumbria, England
Sturminster Newton, Dorset, England

Amerika Birleşik Devletleri
Sonoma Valley, California

Almanya
Hersbruck, Bavaria
Waldkirch, Baden-Württemberg
Überlingen, Baden-Württemberg
Schwarzenbruck, Bavaria
Lüdinghausen, North Rhine-Westphalia

Norveç
Levanger, Nord-Trøndelag
Sokndal, Rogaland

İspanya
Mungia, Basque Country

Polonya
Biskupiec, Warmia i Mazury
Reszel, Warmia i Mazury
Lidzbark Warmiński, Warmia i Mazury
Bisztynek, Warmia i Mazury

Güney Kore
Cheongsan Island, Wando, South Jeolla Province
Jeungdo, Sinan County, South Jeolla Province
Cheongpyeong town of Damyang, South Jeolla Province

Kaynak: wikipedia.org (http://en.wikipedia.org/wiki/Cittaslow)

Ayrıca bağlantılı enteresan bir yerel girişim: http://www.sefertasihareketi.org/

Az Çalış Partisi

"Kanada’da ilk kez 3 yıl önce yapılan yerel seçimlerde boy gösteren “Work Less Party-Az Çalış Partisi”, “Çalar saatler düşleri öldürür” sloganıyla ülkede haftalık çalışma saatinin 32’ye düşürülmesi için çalışıyor.

British Columbia eyaletinde yasal bir siyasi parti olarak faaliyet gösteren Work Less Party’yi Conrad Schmidt kurdu. 1969’da doğan yazar ve aktivist Conrad Schmidt, ülkenin en kalabalık kentlerinden Vancouver’da yaşıyor. Otomobiller yerine toplu taşıma araçları ile bisikletin yaygınlaştırılmasını savunan ve bu amaç için farklı gruplarda faaliyet gösteren Schmidt, “Artists for Peace/Artists Against War-Barış için/Savaşa Karşı Sanatçılar” gruplarını da kurdu.

“Workers of the World Relax: The Simple Economics of Less Industrial Work-Dünyanın Tüm İşçileri, Gevşeyin: Daha az endüstriyel işin basit ekonomisi” adlı bir kitap da yazan Schmidt, iki de belgesel filmin yapımcılığını üstlendi. Schmidt, partisinin genel politikasını “Az çalış, az tüket, çok yaşa!” olarak özetliyor.

CEVAPLANMAYI BEKLEYEN SORU

Work Less Partisinin temel amacı, artan nüfusa ve işgücüne rağmen, sistemin kar amacıyla herkesi daha fazla çalışmaya ve üretmeye zorlamasına karşı çıkarak, haftalık çalışma saatlerinin düşürülmesi. İnsanlığın, son yüz yıldır sürekli olarak “Üretimi nasıl maksimize edebiliriz ve daha fazla madde üretebiliriz?” sorusuna odaklandığını belirten parti, şimdi cevaplanması elzem bir soruyla karşı karşıya kaldıklarını vurguluyor: “Yarattığımız bunca ıvır zıvır ve kirlilikle ne halt edeceğiz?”

Work Less Partisi, dünyadaki birçok siyasi parti, çalışma örgütü, sendika ve çevreci grubun da dikkat çektiği bir soruna odaklanarak, çalışma saatlerinin azaltılmasıyla istihdamın artırılması, çalışanların özgürleşerek daha insani bir yaşam biçimine kavuşması ve uzun vadede Yerküre’ye verilen zararın azaltılması amacını vurguluyor.

ÇALAR SAAT ALARMLARINDAN KURTULMAK

Soruna ekonomik açıdan bakanlardan farklı olarak, Work Less Partisinin odağında insanın yaşamak için daha fazla zamanı olması ve düşleri öldüren saat alarmlarından kurtulmak yer alıyor.

Parti, eyalette ortalaması 40 saate ulaşan çalışma saatlerinin azaltılmasını, ücretlendirilmeyen fazla mesailerin önlenmesini, mevcut çalışanların iş saatlerinin artırılması yerine daha fazla işçinin işe alınmasını amaçlıyor. Endüstriyel büyümenin eyaletteki evsizlere ve yoksullara çare bulamadığını belirten parti üyeleri, yapılacak değişikliğin aile ve arkadaşlık bağlarını güçlendireceğini, çalışanları daha mutlu insanlar haline getireceğini ve gezegenin sağlığına iyi geleceğini vurguluyor.

1800’LERDEN BUGÜNE EMEĞİN SERÜVENİ...

Sanayinin hızlı dönen çarklarının vites küçültmesi ve çalışma saatlerinin insani boyutlara çekilmesi için verilen çaba, elbette çalışanların gündemine yeni girmiş değil.

Dünya genelinde işçiler, 1800’lü yılların ikinci yarısında başlayan mücadelelerle, 20. yüzyılın başlarında 8 saatlik iş gününü yasal olarak güvence altına almayı başardı. 1800’lü yıllar boyunca gün ışığı esasına göre belirlenen çalışma saatleri nedeniyle, işçiler günde ortalama 16 saat çalıştırılıyor, iş saatleri yazın 18 saate kadar çıkıyordu.

Batı ülkelerinde güçlenen işçi hareketi sayesinde İngiltere’de 10 saatlik çalışma süresini zorlukla kabul ettiren işçiler, ABD’de 1860’lardan başlayarak 8 saatlik iş gününü gündeme getirip bu uğurda grevler, iş bırakmalar ve ölümlerle sonuçlanan çetin bir mücadeleye girmişti.

1 Mayıs 1886’da ABD’de ondan fazla şehirde yüz binlerce işçinin katılımıyla grevler ve gösteriler düzenlenmiş, 10 saatlik ücretleri düşürülmeden çalışma saatlerinin 8’e çekilmesini talep eden işçilerle işverenler arasındaki gerilim, birkaç gün sonra büyük çatışmalara dönüşmüştü.

Onlarca işçinin öldürülmesi ve olaylardan sonra yargılanan işçi liderlerinin idam edilmesini izleyen yıllarda, ülkede 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edildi.

Work Less Partisi ise henüz mücadelesinin başında görünüyor. 2005’te 11 adayla Vancauver’da yapılan yerel seçimlere katılan partinin hiçbir adayı seçilemedi. Geçen haziran ayında Vancouver’da devasa bir dans partisi düzenleyen parti, yaşamaya daha fazla zaman ayırmak hedefini ise şimdiden uygulamaya koymuş görünüyor."

Kaynak AA.dan aktaran NTVMSNBC, http://www.ntvmsnbc.com/news/454370.asp

20 Ocak 2009 Salı

Tembellik Hakkı

"...Kapitalist uygarlığın egemen olduğu ulusların işçi sınıflarını garip bir çılgınlık sarıp sarmalamıştır. Bu çılgınlık, iki yüzyıldan beri, acılı insanlığı inim inim inleten bireysel ve toplumsal yoksunluklara yol açmaktadır. Bu çılgınlık, çalışma aşkı; bireyin, onunla birlikte çoluk çocuğunun yaşam gücünü tüketecek denli aşırıya kaçan çalışma tutkusudur. Rahipler, iktisatçılar ve ahlakçılar bu akıl sapıncına karış çıkacak yerde, çalışmayı kutsallaştırmışlardır. Bu gözü kapalı, bu dar kafalı adamlar, Tanrılarından daha bilge olmaya kalkıştılar; bu güçsüz ve zavallı yaratıklar, Tanrılarının ilendiği şeyi yeniden saygınlığa kavuşturmak istiyorlar...

...Kapitalist toplumda çalışma, her türlü düşünsel yozlaşmanın, her türlü örgensel bozukluğun nedenidir. İki elli uşak takımının baktığı Rothschild ahırlarının safkan atlarını; Normandiya çiftliklerinin toprağı süren, gübreyi taşıyan, ekini ambarlayan ağır yük hayvanıyla karşılaştırın bir. Ticaret misyonerlerinin henüz Hıristiyanlıkla, frengi ve çalışma dogmasıyla kokuşturamadıkları soylu vahşilere, sonra da, bizim o zavallı makine uşaklarına bir bakın hele...

...İşçiler, ekonomi uzmanlarının aldatıcı sözlerine kulak verdikleri için, kendilerini canla başla çalışma tutkusuna adamışlardır. İşçiler, tüm toplumu, toplumsal organizmayı baştan başa sarsan sanayideki aşırı üretimin bunalımları içine atıyorlar. Öyle ki, mal çokluğu, alıcı yokluğu yüzünden işlikler kapanıyor ve açlık, işçi nüfusa adeta kırbaçla veryansın ediyor. Çalışma dogmasıyla serseme dönen işçilerin, sözde gönenç döneminde başlarına bela ettikleri aşırı üretim, bugünkü yoksulluklarının nedenidir. Buğday ambarına koşup "Açız, bir şeyler yemek istiyoruz! Bir tek mangırımız bile yok. İşin doğrusu bu, ama meteliğe kurşun atmakla birlikte, buğday hasadını ve bağbozumunu yine de bizler yaptık.." demeye gerek yok. Sanayi manastırlarının kurucusu Bay Bonnet de Jujurieux'nün ambarlarını kuşatıp, şöyle haykırmanın da gereği yok: "Bay Bonnet, işte sizin iplikçi, dokumacı kadın işçileriniz, bir Yahudi'nin gözünü yaşartacak denli yamalı pamuk giysileri içinde soğuktan titreşiyorlar. Ama bununla birlikte, tüm Hıristiyan dünyasının hoppa kadınlarının ipekli giysilerini dokuyanlar onlardı. Zavallı kadınlar günde 13 saat çalışıyorlardı. Süslenmeye zamanları yoktu. Şimdi işsizdirler ve dokudukları ipeklileri hışırdata hışırdata giyebilirler. Sütdişlerini döktüklerinden beri, kendilerini sizin servetinize adadılar ve perhizli bir yaşam sürdüler. Şimdi günleri boş geçiyor ve çalışmalarının meyvalarını almak istiyorlar biraz. Haydi Bay Bonnet, ipeklilerinizi veriverin, Bay Harmel muslinlerini, Bay Pouyer-Quertier kasalarını, Bay Pinet de, soğuk ve ıslak küçük ayakları için potinlerini verecek... Baştan ayağa giyinik ve kıpır kıpırdırlar, onları seyretmek hoşunuza gidecektir. Haydi, hık mık etmeyin. -Siz insanlığın dostusunuz, üstelik Hıristiyansınız değil mi?- Canlarını dişlerine takarak kazandırmış oldukları servetinizi kadın işçilerinizin buyruğuna verin. -Siz ticarete gönül bağlamış değil misiniz?- Öyleyse malların dolaşımını kolaylaştırın; işte size haphazır tüketiciler. Onlara sınırsız krediler sağlayın. Bunu, Adem ve Havva'dan bu yana tanımadığınız ve size hiçbir şey, hatta bir bardak su bile vermemiş olan tüccarlara da yapmak zorundasınız. Kadın işçileriniz, ellerinden geldiğince bunu sağlayacaklardır. Vadenin son bulduğu günde kaytarmaya başlar, imzalarının protesto edilmesine yol açarlarsa, onları iflasa sürüklersiniz; eğer haczedecek hiçbir şeyleri yoksa, borçlarını duayla ödemelerini istersiniz: onlar, leş gibi tütün kokan, kara cüppeli papazlardan daha iyi yollarlar cennete sizi."

Ürünlerin genel bir dağılımında bunalım anlarından ve evrensel bir eğlenceden yararlanacak yerde açlıktan ölen işçiler, gidip başlarını işliklerin kapılarına çarpıyorlar. Solgun yüzler, bir deri bir kemik bedenler, acınası sözlerle fabrikacıları kuşatıyorlar: "İyi yürekli Bay Chagot, sevecen Bay Schneider, daha iş verin bize. Bize acı çektiren açlık değil, çalışma tutkusudur"...

...Bu bireysel ve toplumsal yoksunluklar, büyük, sayısız ve sonsuzmuş gibi görünseler de, işçi sınıfı "istiyorum onu!" deyince, yaklaşan aslanın karşısında toz olan sırtlan ve çakallar gibi, ortadan kalkacaklardır. Ama işçi sınıfı kendi gücünün bilincine varmak için, Hıristiyan ahlakının, ekonominin, liberal düşüncenin önyargılarını ayaklar altına almalıdır. Doğal içgüdülerine dönmeli; kentsoylu devriminin metafizikçi savunucularının hazırladığı veremli İnsan Hakları'ndan binlerce kez daha kutsal olan Tembellik Hakkı'nı ilan etmeli; günde üç saatten çok çalışmamaya kendini zorlamalı, günün ve gecenin geri kalan saatlerinde tembellik etmeli ve tıka basa yemeli....

...ARDINDAN GELEN

İşçi sınıf, her şeyi basite indiren o iyi niyetiyle özünü körü körüne aşılamalara ve doğal taşkınlığıyla gözü kapalı kendini çalışmaya ve perhize kaptırdığı için, kapitalist sınıf, kendini tembelliğe, zoraki zevke, verimsizliğe ve aşırı tüketiciliğe vurmuştur. Ama, işçinin aşırı çalışması canını çıkarıyor ve sinirlerini geriyorsa, bu, kentsoylu için acı çekme bakımından aynı ölçüde verimlidir.
Üretici sınıfın kendini adadığı perhiz rejimi, ha babam ha ürettiği ürünler, kentsoyluları aşırı ölçüde tüketmek zorunda bırakıyor. Kapitalist üretimin başlangıcında, yani bir ya da iki yüzyıl öncesinde, kentsoylu, yerli yerine oturmuş, akla yatkın ve kendi halinde gelenekleri olan bir insandı. Karısıyla şöyle böyle yetiniyordu, susayınca içer, acıkınca doyasıya yerdi. Sefilce yaşamın soylu özelliklerini dalkavuklara ve kibar fahişelere bırakırdı. Bugün, sonradan görme hiçbir kişinin çocuğu yoktur ki, orospuluğu geliştirmeyi ve cıva madeni işçilerine bir amaç sağlama yolunda üstünü başını cıvaya bulama zorunda olduğunu düşünmesin...
Kentsoylu sınıfı, can sıkıcı çalışmasının acısını çıkarmak için, işçi sınıfından, yararlı üretime ayrılanlardan çok daha üstün olan işçileri uzaklaştırmış, ayırdıklarını da verimsizliğe, "üretimsizliğe" ve aşırı tüketime mahkûm etmiştir. Ama, bu yararsız insan sürüsü, doymak bilmez açgözlülüğüne karşın, çalışma dogmasının aptallaştırdığı işçilerin, tüketmeyi düşünmeden, tüketebileceklerin bulunabileceğini de akıllarına getirmeden, deliler gibi ürettiklerini tüketemez olmuşlardır.
İşçilerin, kendilerini öldürürcesine çalışma ve yokluk içinde sürünerek yaşama gibi çılgınlığı karşısında, kapitalizmin büyük üretim sorunu üretici bulmak ve onların gücünü iki katına çıkarmak değil, tüketici bulmak, isteklerini kamçılamak ve onlarda sahte gereksinimler yaratmaktır artık...

...Ürettiğimiz tüm mallar, sürümleri kolay olsun ama çok dayanmasın diye, bile bile üstünkörü yapılıyor. Ürünlerinin nitelikleri dolayısıyla insanlığın ilk dönemlerine nasıl taş çağı, tunç çağı deniyorsa, bizim çağımıza da kalpazanlar çağı denecektir...
Madem işçilerin yüreğine çalışma sapkınlığı ibliscesine çakılıp kalmıştır, madem kaçınılmaz gereksinimleri bütün öbür doğal içgüdülerini bastırıyor, madem toplumun istediği çalışma süresi ister istemez hammaddenin tüketimi ve bolluğuyla sınırlıdır, öyleyse niçin bütün bir yılın işi altı ayda tüketilsin? Niçin yıllık çalışma aynı biçimde 12 aya dağıtılmasın ve altı ay içinde 12 saatlik bir sindirim güçlüğüne uğrayacak yerde, her işçi altı ya da beş saat çalışmayla yetinmeye zorlanmasın?..."


Paul Lafargue

Yavaşla !

Beni yavaşlat Tanrım!
Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
Bana güncel kargaşanın ortasında,
Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.

Bir çiçeğe bakmayı,
Eski bir dostla sohbet etmeyi
Ya da yeni bir dost edinmeyi,
Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı,
Ağ yapan bir örümceği izlemeyi,
Bir çocuğa gülümsemeyi,
İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı ve
Yarışın daima daha çok hız için olmadığını

Anımsat her gün bana.
Yavaşlat beni Tanrım!
Bana ilham ver.
Köklerimi,
Yaşamın katlanılan değerlerini toprağının
derinliğine göndermek,
Kaderimdeki yıldızlara doğru daha çok
Büyüyebilmek için..
Yavaşlat beni Tanrım!

Wilfred A. Peterson

Erteleme

çok cazip bir teklifti; kimse gelmiyor…
aradım herkesi; herkes hayatı erteliyor…
özlemişim bu mereti; doğrusu yalnız pek gitmiyor…
hayat uslandır beni; hayat çalıştır. hayat alıştır beni; bu bir yarıştır.

hayat uslandır beni; hayat çalıştır. hayat alıştır beni; bu bir yarıştır.
işte tatil düşüneyim; tatilde işi, ve “çılgın” hissedeyim kırınca işi…
öngörülmüş arızalar normal; böyle sistemin işleyişi…

Zardanadam'dan Erbatur Çavuşoğlu

Nasıl görünüyorum?

"Eğer haftanın yedinci günü, öteki altı günün işe ait olması yönünden kutsal bir kurum olarak tatil kabul edilirse, kuşkusuz bu, bir gaddarlık olarak düşünülemez. ... İnsanoğlu genellikle rahata ve tembelliğe eğilimlidir; biz, bu korkunç gerçeği, gerekli tüketim maddeleri çok pahalı olmadıkça, ortalama haftada dört günden fazla çalışmaya yanaşmayan manüfaktür işçisinin davranışlarından anlıyoruz. ... Yoksul halk için gerekli olan şeyleri tek bir ad altında toplayalım; sözgelişi buna buğday diyelim ve bir kile buğday da beş şilin olsun; işçi günlük emeğiyle bir şilin kazanırsa, haftada yalnız beş gün çalışma zorunluluğunu duyacaktır. Yok eğer buğdayın kilesi dört şilin olursa, ancak dört gün çalışmak zorunda kalacaktır; ama bu krallıkta ücretler, zorunlu maddelerin fiyatlarına oranla çok yüksek olduğu için ... dört gün çalışan bir işçinin elinde, haftanın geri kalan kısmında aylak yaşayacak kadar para kalmaktadır. Haftada altı gün ortalama çalışmanın kölelik olmadığını göstermek için söylediklerimin yeterli olduğunu umuyorum. Bizim tarım işçilerimiz bunu yapıyor, ve bunlar çalışan yoksul insanlarımız içinde herhalde en mutlu olanlarıdır. Ama Hollandalılar bunu el işçiliğinde de yapıyorlar, ve onların da çok mutlu oldukları görülüyor. Bayram tatilleri girmedikçe, Fransızlar da böyle yapıyor. Ama bizim halkımızın edindikleri bir düşünceye göre, İngiliz olmakla, sanki, Avrupa'daki herhangi bir ülkeden daha fazla özgür ve bağımsız olmayı doğuştan bir ayrıcalık sayıyorlar. Bu düşüncenin, birliklerimizin kahramanlıklarını etkilemesi yönünden bir yararı olabilir, ama yoksul el işçisi, bu fikri ne kadar az benimserse, kendisi için de, devlet için de o kadar iyi olur. Emekçi halk kendisini hiç bir zaman üstlerinden bağımsız saymamalıdır. Bizimki gibi toplam nüfusunun sekizde-yedisinin hiç mülksüz ya da pek az mülke sahip olduğu bir ticaret devletinde ayaktakımını isteklendirmek son derece tehlikelidir. Bizim yoksul el işçilerimiz, şimdi dört günde kazandıkları parayla altı gün çalışmaya razı olmadıkça bu duruma hiç bir çare kâr etmeyecektir."

Kapital, 10.Bölüm, (Marx'ın bu alıntısı An Essay on Trade and Commerce, containing Observations on Taxes, etc., London 1770, adlı yapıtın adı bilinmeyen yazarına aittir.)

İş-kur verilerinden

"Türkiye’de 1988 yılında 48.8 saat olan fiili çalışma süresi, 2001 yılına kadar 3.3 saat artarak, 52.1 saate çıktı. Aynı dönemde erkeklerin haftalık çalışma süresi 50.1 saatten 53.7 saate, kadınların haftalık çalışma süresi 41.2 saatten 44.7 saate çıktı. Haftalık çalışma süreleri, tarım dışındaki her sektörde artarken, en dikkat çekici artış, imalat sanayiinde gerçekleşti. Bu sektördeki haftalık çalışma süreleri, 1988-2001 arasında erkekler için 5, kadınlar için 6 saat arttı. 1996 yılında 14 ay olan ortalama işsiz kalma süresi, 2001′de 7.3 aya indi. İşsizlik riskini en yüksek düzeyde yaşayanlar, işgücü piyasasına yeni girenler. 2001 yılında, işsizlik oranı, 15-19 ve 20-24 yaş gruplarında yüzde 22 civarında gerçekleşirken, diğer yaş gruplarında yüzde 10′un altında kaldı."

-1-

"Günümüzde gırtlağına kadar mala mülke ve zevke batınca (kentsoylu sınıfı a.), Rabelaisler, Diderotlar gibi düşünürlerinin öğretilerini yadsıyor ve ücretlilere perhiz öğüdü veriyor. Hıristiyan ahlakının zavallı bir öykünüsü olan kapitalist ahlak, işçinin ten isteklerine ilenç yağdırıyor. Üreticilerin gereksinimlerini en aza indirmeyi, sevinçlerini, tutkularını yok etmeyi ve onu dur durak tanımayan acımasız bir makine durumuna mahkûm etmeyi, kendine ideal olarak seçiyor."

Paul Lafargue, Tembellik Hakkı'nın önsözünden

Hayatın Mekaniği