"Enerji Bakanımız (Taner Yıldız) hükümetin, kamu
çalışanlarının çalışma saatlerini sabah 6-7'ye çekmek ve
cumartesileri de yarım gün mesai ilan etmek gibi bir hazırlık
içerisinde olduğunu beyan etmiş. Konu ile olarak Bakan tarafından
sıralanan argümanlar şöyle:
- "Mesai erken başlayınca erken bitecek. Böylece gün
ışığından daha fazla yararlanacağız. Esnafımız zaten bunu
yıllardır yapıyor. Bu aslında kültürümüzde de var. Devlet
bunu niye yapmasın ki? Yılda 3 milyar kilovat saat elektrik
tasarruf edebiliriz"
- "Cumartesi tam ya da yarım gün mesai yapılması için de
harekete geçeceğiz. Zenginleşmeyi ancak çalışmayla elde
edebiliriz"
- (Çalışanlar uykusundan fedakârlık yapacak sorusuna
karşılık) "Uyku süresinde azalma olmaz. Vatandaş akşam
daha erken uyur"
Politik olarak çevirelim:
- Çok çalışmak bu ülkenin -esnafta vücut bulmuş- kültüründe
var. Kamu çalışanlarına sağlanan tembellik lüksünü
kaldıracağız. Kesimler arası ADALETİ sağlayacağız. Hem bu
şekilde tasarruf da edeceğiz.
- KALKINMA yolundayız. Kat etmemiz gereken daha çok yol var. Bu
süreç içerisinde sıkın dişinizi. Zira diğerlerine göre daha
çok çalışmak zorundasınız.
- Öyle gece yarılarına kadar dışarılarda "sürtme"
dönemi bitti. Zaten Taksim'de olduğu gibi eğlence mekânlarına da
bir "ayar çekiyoruz." Gidin yatın, uykunuzu alın. Sabah
da doğru işe. Cumartesi dâhil.
Muhteşem bir terkip! Kültüre atıfla halk kesimleri arasındaki
çatlaklara oynama ("tembel memur" miti), çalışmanın
kutsanması, bu kutsanmanın milli çıkarlarımızla eklemlenmesi
(En çok biz kalkınacağız! En birinci biz olacağız!) ve şenlikli
toplumun ilgası.
Muhafazakâr İslamcılık ile kapitalizmin ne kadar da uyumlu
olduğuna dair, bu ülkedeki mevcut hegemonyanın ipuçlarını adeta
deşifre eden harikulade açıklıkta bir anlatım.
Giderek derinleşen muhafazakârlaşma süreci, şenlikli toplumu,
yani insanların kapitalist zorunlu çalışma saatleri dışında
gezme, tozma, -Başbakanın da bir konuşmasında vurgu yaptığı-
"tıksırıncaya kadar içme", gülme, eğlenme, sevme,
sevişme pratiklerini hedef almış durumda.
Bu süreç salt dini motivasyonlar üzerinden gerçekleştirilmiyor.
Kapitalist zorunlu çalışmayı kutsayan muhafazakâr İslamcılık,
kültürel-ideolojik duruşunu bu ülkedeki sermaye birikiminin
muhafızı haline getiriyor.
Kapitalizm her zaman için ve her coğrafyada işçi sınıfının,
çalışan kesimlerin hayatlarını düzenlemeye soyunmuştur. Daha
19. yüzyılda, liberal düşüncenin "babalarından"
John
Stuart Mill dâhil tüm "hayat gardiyanları" işçi
sınıfının bir gün sonra işine gücüne gidebilmesi için
-bizdeki kahvehanelerin içkilisi ve toplumsal cinsiyet katılımı
açısından homojen olmayanı diyebileceğimiz- "Pub"ların
erken vakitte kapanması gerektiğini vaz etmemişler miydi?
Bu minvalde süren tartışma sonucunda İngiltere'de -yakın
zamanlara kadar- tüm publar, tüm ülkede saat 23.00'da kapanmıyor
muydu? Bu uygulamanın kaldırılması, "yahu ne saçma iş
yapmışız, bırakalım millet istediği saate kadar içsin,
eğlensin" mantığı ile olmadı.
Uygulama kaldırılırken amaç, özellikle saat 23.00'a kadar
haldır huldur içip, daha sonra da sokaklara dağılarak,
İngilizlerin "anti-social behaviour" dedikleri, bizimse
kısaca "içip-dağıtma" olarak çevirebileceğimiz
davranışların sergilenmesinin bir nebze de olsa önlenmesiydi.
Yani mesele yine dönüp dolaşıp İngiliz halkının davranış
biçimlerinin kontrol altına alınması, denetim altında tutulması
idi.
Ya da o kadar uzağa gitmeyelim. 12 Eylül'ün ilginç ve
unutulmuş icraatlarından birisi de, alkollü içki tanımı ile
ilgili mevzuatta değişiklik yapıp birayı alkollü içki
kategorisine sokması ve böylelikle de kahvehanelerde bira
satılmasının önüne geçmesi olmadı mı?
Az iç, az eğlen, erken yat, uykunu al, tasarruf et, işine git,
verimli çalış. Kapitalizmin vazettiği hayat budur. "Üç
çocuk yapın" mottosu da bu dizilime eklenebilir.
Bu noktada sol açısından mesele karşı hegemonyanın hangi
mantık üzerinden kurulacağı ile ilgilidir. Olası alternatiflere
bakalım:
1- Pasif agresyon: "Yahu ne karışıyorsunuz milletin hayat
nizamına. İçen içsin, dizi seyreden seyretsin, erken yatan da
erken yatsın. Devlet bu tür uygulamalarla hayat tarzlarını
düzenlemeye kalkışmasın."
Bu duruş meseleyi hayat tarzı korumasına indirgediği ve
dayatılan tarzın sermaye birikiminin amentüleri ile uyumlu
olduğunu es geçtiği için zayıf ve geçersizdir. Bu tarz
-örneğin- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) türü bir partiye
yakışabilir.
Sermaye birikimi süreci ile aralarında bir sorun olmayan ve bu
nedenle de "çok çalışma" mitine karşı cepheden bir
tavır alamayan sünepe tarzın takipçileri, meseleyi hayat tarzına
indirgemeye bayılırlar zira.
2- "Popülist" agresyon: "Halkımızın değerleri
önemlidir. Halkımızın hayat tarzını, değerlerini hiçe sayan,
bunlarla uyumluluk göstermeyen solculuk Beyoğlu solculuğudur.
Karşı hegemonya halkımızın değerlerine değebilmekten, ona
saygı göstermekten geçer."
"Halkımızı" yeknesak bir kütle olarak ele alan bu
yaklaşımın sol içerisinde geçer akçe bir tutum olduğunu
biliyoruz.
"Halkımızın" hayatını, mahallesini, yaşam alanını
aslında muhafazakâr İslamcılıktan çok da farklı tahayyül
etmeyen, "tıksırıncaya kadar içmenin" de işçi sınıfı
hayatının bir parçası olabileceğini aklına getirmeyen, yine
işçi sınıfı mahallelerinde bulabileceğimiz "merdiven-altı
meyhaneleri" görmezlikten gelen, en kötüsü kapitalist
zorunlu çalışmaya ve onun kültürel-ideolojik altyapısına dair
eleştirel olamayan, çok "delikanlı" ama bir o kadar da
zayıf bir tutumdur bu.
3- "İlerici" agresyon: "Dinlenmek emekçilerin
sosyal hakkıdır. Bu hakkın gasp edilmesi veya geriletilmesi kabul
edilemez."
Elbette ki daha kabul edilebilir, hatta toplumsal muhalefetin
mutlaka içermesi gereken hususları barındıran bir tutumdur bu.
Fakat tek başına yeterli olduğu da söylenemez. Zira meseleyi salt
sosyal hak boyutunda ele almakta ve saldırının kültürel-ideolojik
boyutlarını es geçmektedir. Oysa muhafazakâr İslamcı saldırının
en önemli gücü, ikna kabiliyeti bu boyutlara dayanmaktadır.
Bu üçünün dışında farklı bir karşı hegemonya iddiasını
nasıl düşünmek gerekir? Öyle görünüyor ki çok boyutlu bir
siyasal-kültürel geleneği inşa etmemiz gerekiyor.
Emekçilerin kendilerini yeniden üretimleri ile ilgili olarak
daha fazla, daha derinleşmiş bir haklar silsilesini ortaya koymamız
ve Enerji Bakanı'nın söyledikleri karşısında "daha az
çalışma" talebini derinleştirmemiz, ete kemiğe bürümemiz
gerekiyor.
Çalışmanın iş-ev arası yolculuğu da kapsadığını
savunmalı ve daha fazla toplu ulaşım talep etmeliyiz. Çalışmanın
ev işlerini, çocuk-hasta bakımını kapsadığını hatırlatmalı
ve hem daha fazla kreş, bakımevi, hastane talep etmeli hem de
çalışmanın toplumsal cinsiyet boyutu açısından "hesabını
çıkarmalıyız."
Hafta sonlarının emekçiler açısından "evde yatma"
zamanlarına dönüşmesinin önüne geçmek için daha fazla
"içkili" sosyal tesis, daha fazla ve coğrafi olarak daha
yaygınlaşmış sanat merkezi, sokakları masalarla dolmuş daha
fazla Beyoğlu istemeliyiz.
Tatil yapmanın emekçilerin hakları olduğunu, sahilleri işgal
eden bilmem kaç yıldızlı otellerin yıkılıp, yerlerine sosyal
tesislerin yapılmasını talep ederek savunmalıyız. Ve en önemlisi
en köklü işçi sınıfı talebini, "haftalık çalışma
saatlerinin -ücretler azaltılmadan- düşürülmesi" talebini
daha net bir şekilde gündeme taşımalıyız.
Fakat bunu yaparken kültürel ve ideolojik anlamda az çalışmanın,
çok eğlenmenin, "tıksırıncaya kadar içmenin",
kısacası şenlikli bir toplum olmanın erdemlerini de öne çıkaran
bir siyaseti de örmek durumundayız. Evet "erdemlerini."
Az çalışmayı, eğlenmeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı utanarak
değil, bunların "iyi" şeyler olduklarını hatırlayarak
savunmalıyız. Tüm bunları, "isteyen gezsin, tozsun,
eğlensin; isteyen de erken yatıp uyusun" şeklinde bir hayat
tarzı seçimine indirgeyen sünepe liberalizm çerçevesinde değil,
kendisini "gezmek, tozmak, içmek haktır ve ondan da ötesi
iyidir" argümanlarıyla açığa vuran devrimci bir özgüvenle
savunmalıyız.
Bugün için Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP)
temsil ettiği asketik* kapitalizm kültürüne, işçi sınıfının
Dionisos'un evladı olduğunu yeniden hatırlayarak karşı
çıkmalıyız. (AB/IC)
*Asketik:
Dünya zevklerinden vazgeçmiş."
http://bianet.org/biamag/kultur/133443-az-calismak-iyidir#.UaJpKT8_puU.facebook