27 Kasım 2013 Çarşamba

Sömürüde Dünya Lideri

"Sömürüde dünya zirvesi OECD Yaşam Kalitesi Endeksi’nde Türkiye, çalışanlarına nefes aldırmayarak açık arayla sömürünün zirvesine oturdu. Çalışanların yüzde 46’sının mesaisi haftada 50 saati aşıyor Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) ikincisini yayınladığı How’s Life? 2013 (Hayat Nasıl?) toplumsal refah raporu, işgücüne katılımda sonuncu olan Türkiye’nin aynı zamanda OECD ülkeleri arasında emekçilerin en uzun haftalık çalışma süresine sahip olduğu ülke olduğunu ortaya çıkardı. Yaşam konforu ve kalitesini ölçen pek çok alanda Türkiye OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alırken, OECD ülkeleri arasında toplumsal destek ağlarının en zayıf olduğu ülkenin Türkiye olduğunun anlaşılması düşündürdü.

 İSTİHDAMDA SONUNCU

 BirGün'ün haberine göre OECD’nin hazırladığı raporda Türkiye, istihdam konusunda en kritik verilere sahip ülke olarak dikkat çekti. Araştırmada, 15-64 yaş arası çalışmaya müsait nüfusun işgücüne katılımı oranı, OECD için ortalama değeri yüzde 66 olarak hesaplanırken, Türkiye’de ise işgücüne katılım yüzde 48’de kaldı. Listenin son sırasında yer alan Türkiye’ye, yıllardır finansal krizlerle ve kemer sıkma tedbirleriyle baş etmeye çalışan Yunanistan 8 puan fark attı.

 AÇIK ARA MESAİCİ!

İstihdam verilerinde OECD sonuncusu olan Türkiye, istihdam edilmiş emekçilerin ise en ağır şartlarda çalıştırdığı ülke olarak kayıtlara geçti. OECD üye ülkelerinde haftada 50 saat veya üzeri çalışan emekçilerin oranı yüzde 10 olarak hesaplanırken, Türkiye’deki emekçilerin yüzde 46’sının haftada 50 saat veya daha fazla çalıştığı anlaşıldı. Türkiye’nin en yakın takipçisi olan Meksika’da bu oran yüzde 29 olarak belirlendi. OECD’nin açıkladığı bu veri, Türkiye’deki çalışma koşullarının rahatlığından ve çalışma saatlerinin azlığından şikâyetçi olan hükümet yetkililerinin tezlerini çürüttü.

KİŞİ BAŞINA 1 ODA DÜŞMÜYOR

Türkiye, OECD’nin yaşam konforu verilerinde de oldukça düşük bir performans ortaya koydu. OECD ülkelerindeki hanelerde kişi başına düşen oda sayısını araştıran uzmanlar, OECD ortalamasının 1 buçuğun üzerinde olduğunu tespit ederken, kişi başına düşen 2,6 odayla Kanada bu alanda zirvede yer aldı. Türkiye’de ise hanelerde kişi başına düşen oda sayısında sonuncu oldu. Türkiye’de her yurttaşa ortalama 0,9 oda düştüğü anlaşıldı."


3 Ekim 2013 Perşembe

Asketik olma!



"Enerji Bakanımız (Taner Yıldız) hükümetin, kamu çalışanlarının çalışma saatlerini sabah 6-7'ye çekmek ve cumartesileri de yarım gün mesai ilan etmek gibi bir hazırlık içerisinde olduğunu beyan etmiş. Konu ile olarak Bakan tarafından sıralanan argümanlar şöyle:
- "Mesai erken başlayınca erken bitecek. Böylece gün ışığından daha fazla yararlanacağız. Esnafımız zaten bunu yıllardır yapıyor. Bu aslında kültürümüzde de var. Devlet bunu niye yapmasın ki? Yılda 3 milyar kilovat saat elektrik tasarruf edebiliriz"
- "Cumartesi tam ya da yarım gün mesai yapılması için de harekete geçeceğiz. Zenginleşmeyi ancak çalışmayla elde edebiliriz"
- (Çalışanlar uykusundan fedakârlık yapacak sorusuna karşılık) "Uyku süresinde azalma olmaz. Vatandaş akşam daha erken uyur"
Politik olarak çevirelim:
- Çok çalışmak bu ülkenin -esnafta vücut bulmuş- kültüründe var. Kamu çalışanlarına sağlanan tembellik lüksünü kaldıracağız. Kesimler arası ADALETİ sağlayacağız. Hem bu şekilde tasarruf da edeceğiz.
- KALKINMA yolundayız. Kat etmemiz gereken daha çok yol var. Bu süreç içerisinde sıkın dişinizi. Zira diğerlerine göre daha çok çalışmak zorundasınız.
- Öyle gece yarılarına kadar dışarılarda "sürtme" dönemi bitti. Zaten Taksim'de olduğu gibi eğlence mekânlarına da bir "ayar çekiyoruz." Gidin yatın, uykunuzu alın. Sabah da doğru işe. Cumartesi dâhil.
Muhteşem bir terkip! Kültüre atıfla halk kesimleri arasındaki çatlaklara oynama ("tembel memur" miti), çalışmanın kutsanması, bu kutsanmanın milli çıkarlarımızla eklemlenmesi (En çok biz kalkınacağız! En birinci biz olacağız!) ve şenlikli toplumun ilgası.
Muhafazakâr İslamcılık ile kapitalizmin ne kadar da uyumlu olduğuna dair, bu ülkedeki mevcut hegemonyanın ipuçlarını adeta deşifre eden harikulade açıklıkta bir anlatım.
Giderek derinleşen muhafazakârlaşma süreci, şenlikli toplumu, yani insanların kapitalist zorunlu çalışma saatleri dışında gezme, tozma, -Başbakanın da bir konuşmasında vurgu yaptığı- "tıksırıncaya kadar içme", gülme, eğlenme, sevme, sevişme pratiklerini hedef almış durumda.
Bu süreç salt dini motivasyonlar üzerinden gerçekleştirilmiyor. Kapitalist zorunlu çalışmayı kutsayan muhafazakâr İslamcılık, kültürel-ideolojik duruşunu bu ülkedeki sermaye birikiminin muhafızı haline getiriyor.
Kapitalizm her zaman için ve her coğrafyada işçi sınıfının, çalışan kesimlerin hayatlarını düzenlemeye soyunmuştur. Daha 19. yüzyılda, liberal düşüncenin "babalarından" John Stuart Mill dâhil tüm "hayat gardiyanları" işçi sınıfının bir gün sonra işine gücüne gidebilmesi için -bizdeki kahvehanelerin içkilisi ve toplumsal cinsiyet katılımı açısından homojen olmayanı diyebileceğimiz- "Pub"ların erken vakitte kapanması gerektiğini vaz etmemişler miydi?
Bu minvalde süren tartışma sonucunda İngiltere'de -yakın zamanlara kadar- tüm publar, tüm ülkede saat 23.00'da kapanmıyor muydu? Bu uygulamanın kaldırılması, "yahu ne saçma iş yapmışız, bırakalım millet istediği saate kadar içsin, eğlensin" mantığı ile olmadı.
Uygulama kaldırılırken amaç, özellikle saat 23.00'a kadar haldır huldur içip, daha sonra da sokaklara dağılarak, İngilizlerin "anti-social behaviour" dedikleri, bizimse kısaca "içip-dağıtma" olarak çevirebileceğimiz davranışların sergilenmesinin bir nebze de olsa önlenmesiydi.
Yani mesele yine dönüp dolaşıp İngiliz halkının davranış biçimlerinin kontrol altına alınması, denetim altında tutulması idi.
Ya da o kadar uzağa gitmeyelim. 12 Eylül'ün ilginç ve unutulmuş icraatlarından birisi de, alkollü içki tanımı ile ilgili mevzuatta değişiklik yapıp birayı alkollü içki kategorisine sokması ve böylelikle de kahvehanelerde bira satılmasının önüne geçmesi olmadı mı?
Az iç, az eğlen, erken yat, uykunu al, tasarruf et, işine git, verimli çalış. Kapitalizmin vazettiği hayat budur. "Üç çocuk yapın" mottosu da bu dizilime eklenebilir.
Bu noktada sol açısından mesele karşı hegemonyanın hangi mantık üzerinden kurulacağı ile ilgilidir. Olası alternatiflere bakalım:
1- Pasif agresyon: "Yahu ne karışıyorsunuz milletin hayat nizamına. İçen içsin, dizi seyreden seyretsin, erken yatan da erken yatsın. Devlet bu tür uygulamalarla hayat tarzlarını düzenlemeye kalkışmasın."
Bu duruş meseleyi hayat tarzı korumasına indirgediği ve dayatılan tarzın sermaye birikiminin amentüleri ile uyumlu olduğunu es geçtiği için zayıf ve geçersizdir. Bu tarz -örneğin- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) türü bir partiye yakışabilir.
Sermaye birikimi süreci ile aralarında bir sorun olmayan ve bu nedenle de "çok çalışma" mitine karşı cepheden bir tavır alamayan sünepe tarzın takipçileri, meseleyi hayat tarzına indirgemeye bayılırlar zira.
2- "Popülist" agresyon: "Halkımızın değerleri önemlidir. Halkımızın hayat tarzını, değerlerini hiçe sayan, bunlarla uyumluluk göstermeyen solculuk Beyoğlu solculuğudur. Karşı hegemonya halkımızın değerlerine değebilmekten, ona saygı göstermekten geçer."
"Halkımızı" yeknesak bir kütle olarak ele alan bu yaklaşımın sol içerisinde geçer akçe bir tutum olduğunu biliyoruz.
"Halkımızın" hayatını, mahallesini, yaşam alanını aslında muhafazakâr İslamcılıktan çok da farklı tahayyül etmeyen, "tıksırıncaya kadar içmenin" de işçi sınıfı hayatının bir parçası olabileceğini aklına getirmeyen, yine işçi sınıfı mahallelerinde bulabileceğimiz "merdiven-altı meyhaneleri" görmezlikten gelen, en kötüsü kapitalist zorunlu çalışmaya ve onun kültürel-ideolojik altyapısına dair eleştirel olamayan, çok "delikanlı" ama bir o kadar da zayıf bir tutumdur bu.
3- "İlerici" agresyon: "Dinlenmek emekçilerin sosyal hakkıdır. Bu hakkın gasp edilmesi veya geriletilmesi kabul edilemez."
Elbette ki daha kabul edilebilir, hatta toplumsal muhalefetin mutlaka içermesi gereken hususları barındıran bir tutumdur bu. Fakat tek başına yeterli olduğu da söylenemez. Zira meseleyi salt sosyal hak boyutunda ele almakta ve saldırının kültürel-ideolojik boyutlarını es geçmektedir. Oysa muhafazakâr İslamcı saldırının en önemli gücü, ikna kabiliyeti bu boyutlara dayanmaktadır.
Bu üçünün dışında farklı bir karşı hegemonya iddiasını nasıl düşünmek gerekir? Öyle görünüyor ki çok boyutlu bir siyasal-kültürel geleneği inşa etmemiz gerekiyor.
Emekçilerin kendilerini yeniden üretimleri ile ilgili olarak daha fazla, daha derinleşmiş bir haklar silsilesini ortaya koymamız ve Enerji Bakanı'nın söyledikleri karşısında "daha az çalışma" talebini derinleştirmemiz, ete kemiğe bürümemiz gerekiyor.
Çalışmanın iş-ev arası yolculuğu da kapsadığını savunmalı ve daha fazla toplu ulaşım talep etmeliyiz. Çalışmanın ev işlerini, çocuk-hasta bakımını kapsadığını hatırlatmalı ve hem daha fazla kreş, bakımevi, hastane talep etmeli hem de çalışmanın toplumsal cinsiyet boyutu açısından "hesabını çıkarmalıyız."
Hafta sonlarının emekçiler açısından "evde yatma" zamanlarına dönüşmesinin önüne geçmek için daha fazla "içkili" sosyal tesis, daha fazla ve coğrafi olarak daha yaygınlaşmış sanat merkezi, sokakları masalarla dolmuş daha fazla Beyoğlu istemeliyiz.
Tatil yapmanın emekçilerin hakları olduğunu, sahilleri işgal eden bilmem kaç yıldızlı otellerin yıkılıp, yerlerine sosyal tesislerin yapılmasını talep ederek savunmalıyız. Ve en önemlisi en köklü işçi sınıfı talebini, "haftalık çalışma saatlerinin -ücretler azaltılmadan- düşürülmesi" talebini daha net bir şekilde gündeme taşımalıyız.
Fakat bunu yaparken kültürel ve ideolojik anlamda az çalışmanın, çok eğlenmenin, "tıksırıncaya kadar içmenin", kısacası şenlikli bir toplum olmanın erdemlerini de öne çıkaran bir siyaseti de örmek durumundayız. Evet "erdemlerini."
Az çalışmayı, eğlenmeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı utanarak değil, bunların "iyi" şeyler olduklarını hatırlayarak savunmalıyız. Tüm bunları, "isteyen gezsin, tozsun, eğlensin; isteyen de erken yatıp uyusun" şeklinde bir hayat tarzı seçimine indirgeyen sünepe liberalizm çerçevesinde değil, kendisini "gezmek, tozmak, içmek haktır ve ondan da ötesi iyidir" argümanlarıyla açığa vuran devrimci bir özgüvenle savunmalıyız.
Bugün için Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) temsil ettiği asketik* kapitalizm kültürüne, işçi sınıfının Dionisos'un evladı olduğunu yeniden hatırlayarak karşı çıkmalıyız. (AB/IC)
*Asketik: Dünya zevklerinden vazgeçmiş."

http://bianet.org/biamag/kultur/133443-az-calismak-iyidir#.UaJpKT8_puU.facebook

Az çalışıp daha başarılı olmanın 6 kuralı!


"Scott H. Young, “başarılı olmak için çok çalışmak gerektiği” ezberine karşı çıkıyor makalesinde. Başarıya az çalışarak ulaşmanın kolay olmadığını da ekliyor elbette. Yaratıcı düşünce olmadan daha yararlı, tesirli iş yapma yolları bulmanın zor olduğunu belirtiyor. Öncelikle çalışma yöntemlerimizin olmaları gerektiği kadar işe yarar olmayabileceği fikrine alıştırmalıyız kendimizi. Sonrasında yeni yöntemler için araştırmalara başlayabiliriz. İşte başlamak için Young’in önerileri:

80/20 Kuralı: Bu kural temel olarak az girdinin daha fazla çıktıya (ürüne) katkıda bulunacağını söyler ve verimsiz geçen %80’lik zamanı azaltmayı hedefler. Nasıl mı? Örneğin; e-posta zamanınızı azaltın yerine daha büyük projelere zaman ayırın. Önemi olmayan detaylarla uğraşmaktansa ana fikir’lere yoğunlaşın!



Parkinson Kuralı: Bu kural iş bitene kadar zaman alır der. Diğer bir deyişle, işi bitirmeye odaklanmak yerine yapılan işe yoğunlaşmak yan etkisini oluşturuyor. Kendinize kesin teslim tarihleri verin! Kontrol listeleriyle uğraşmaktansa işi tamamlamak için istek duyun. Mesela küçük bir iş için 90 dakika sonrasına alarm kurun ve 90 dakika sonra o işi bitirin. Devasa işleri küçük parçalara bölün, amaçsızca projenin bütünü ile uğraşmaktansa bu küçük parçaları tamamlamaya odaklanın.


Enerji Yönetimi: Çalışma zamanınızı “tamamıyla rahat olduğunuz” ve “tamamıyla odaklandığınız” zaman dilimlerine bölün. Uzun günler boyunca, günde birkaç saatini işgal eden projelerden uzak durun ya da masaya tek oturuşta bu projelerden kurtulun. Projeleri öldürün! İhtiyaç duyduğunuzda kendinizi yenilemenizi, tazelemenizi sağlayacak kaçamaklar yaratın.

Sadece Keskin Araçlar Kullanın :) paslı testere kullanan oduncuyu hatırlayın :)) Çok da iyi olmadığınız, iyi olmaya niyetlenmediğiniz işlerle zamanınızı öldürmeyin. Bırakın o işi iyi olanlar yapsın! Araç kadar beceri de zaman kazandırır unutmayın!


Rakamlar: Varsayımlar zamanı insafsızca kullanır. En iyi mücadele yöntemi varsayımları teste tabii tutmak ya da eğer mümkünse onları rakamsal değerlere dönüştürmek. Örneğin iki farklı yöntemi aynı anda kullanın ve hangisinin iyi çalıştığını değerlendirin. Kalorileri saymak yerine rakamları izleyin!

Nitelik Kuralı: Mükemmeliyetçi olmak mı hiç titiz olmamak mı daha iyi? Cevap basit: ekstra girdi (çaba, emek) daha önce benzer durumlarda kazandığınız çıktıdan daha az çıktıya yol açtığında çalışmayı bırakın! Aynı iş için günlük değişik zaman aralıklarını ölçün test edin: mesela e-posta için 30, 60, 90 dakika ayırdığınız 3 günü kıyaslayın. “Cila” ve “tamir” için harcadığınız zamanları karşılatırın. Eğer ‘cila’ya tamirden daha fazla zaman ayırıyorsanız işten erken çıksanız daha iyi olur!"

http://www.lifehack.org/articles/productivity/6-rules-to-work-less-and-get-more-accomplished.html

2 Nisan 2013 Salı

Antijob!

Antijob, Rusya kaynaklı bir çalışma karşıtı (tekrar edelim; "job" anlamında bir çalışmaya, anti-kapitalist bir tavır bu) yapılanma.

http://antijob.net

Aslında ilk bakışta görünen ve isminden ilk bakışta akla gelen bu ama daha açılış sayfasında dertlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz:


рессовывается в обезличенные денежные знаки, которых постоянно не хватает для осуществления наших желаний и потребностей. Antijob - это не только черный список работодателей и отзывы о работодателях, но и место для координации сил в классовой борьбе.

Kaba çevirisi ile: "Hayatımızın ciddi bir kısmında çalışmak zorundayız. Zaman, hiçbir zaman ihtiyaç ve isteklerimizi karşılayamayacak şekilde banknotların arasına sıkışmış durumda. Antijob, sadece patronların kara listesini ve çalışanların buna dair görüşlerini derleyen bir yer değil, ayrıca sınıf savaşının dinamikleri için bir koordinasyon platformudur."


Sitede, hareketin manifestosu yanısıra patron kara listesi veri tabanına giriş, forum sayfası, haberler ve destekçiler tarafından işyerlerinden aşırılan zamanların hikayeleri yanında el konulan eşyaların resim ve videoları da bulunuyor.

Keyifli seyahatler!

23 Ocak 2013 Çarşamba

Gambia'da çalışma haftası 4 güne iniyor

Gerekçelerine kısmen katılmak mümkün olsa da, Gambia'da mesai sürelerini kısaltan bu çıkışın tüm dünyaya ilham olması gerek:

http://www.bianet.org/bianet/yasam/143768-gambiyada-haftasonu-uc-gune-cikti

Hayatın Mekaniği