"Yoksulluğun müsebbibi olan işsizleşme ve hiç iş bulamama olarak ortaya çıkan işsizlik, emek üretkenliğindeki artışın, sermayenin organik bileşimindeki ve teknik şeklindeki değişimin hızındaki artıştan etkilenir. Böyle bir etki altında kaldığı için işçiler kendi yarattığı sermaye birikimi ile birlikte, kendisini nispi ölçüde fazlalık haline getirip, yoksullaşma sürecini başlatan önce düşük ücretli işçiye, daha sonra ücretten yoksun işsize dönüştüren araçları da üretmiş olur. Bunu da daima artan boyutlarda yapar...
Kapitalist üretimin rahatça at oynatabilmesi için yoksullardan oluşan yedek bir sanayi ordusuna ihtiyacı vardır. Bu yoksul yedek sanayi ordusunun büyüklüğüne duyulan bu ihtiyaç yoksullara katılanların sayısını da arttırır. Üretim araçları, büyüklük ve etki güçleri bakımından artarken, daha az emekçi çalıştırma araçlarına haline geldikleri gibi, bu durum, bir de emeğin üretkenliğindeki artış oranında, sermayenin emek arzını, emekçi talebinden daha büyük bir hızla yükseltmesi gerçeğiyle değişikliğe uğratılır. Bir yandan işçi sınıfının çalışan kesiminin aşırı çalışmasını yoksul yedek ordunun saflarını şişirirken, öte yandan da bu yoksul yedek ordunun rekabet yoluyla çalışanlar üzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya boyun eğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır. İşçi sınıfının bir kesiminin aşırı-çalışmayla diğer kesimi zorunlu bir işsizliğe mahkum etmesi ve bunun tersi, bireysel kapitalistleri zenginleştirmenin bir aracı halini aldığı gibi, aynı zamanda da, yoksul yedek sanayi ordusu üretimini, toplumsal birikimin ilerlemesine uygun düşecek ölçüde hızlandırır...
Emek arzı ve talebi yasasının sermaye birikim sürecinde de yeni işsiz yoksulluğa yol açan esas üzerinde işlemesi ise sermayenin tahakkümünü tamamlar. Bir yandan, işçi sınıfının çalışan kesiminin aşırı çalışması, fazla mesai yapması, yedek yoksul işçi ordusunun yani yoksul işsizlerin saflarını şişirirken, öte yandan da bu yedek işgücü olan işsizlerin rekabet yolu ile çalışanlar üzerinde artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya boyun eğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır. Bu süreçte kapitalistler daha da zenginleşirken, çalışanların reel ücretleri düştüğünden daha da yoksullaşırlar... çünkü teknikte ve yönetim biçimindeki her yenilik daha az işçi çalıştırmayı gerektirir, kapitalist ise tercihini hep yeni teknik ve yeni yönetim biçimlerinden yana yapar. İşte bu nedenle, emekçiler daha fazla çalıştıkları, başkaları için daha fazla servet ürettiği ölçüde kendi yoksulluklarının önünü de açarlar, yoksulluğa davetiye çıkarırlar...
İşçilerde yaratılacak olan işsiz kalma kaygısı, korkusu, panoptikon hapishanenin, görünmeyen iktidarının e gözetim duygusunun işçilere içselleştirilmesi yeni iş yasasının en önemli kurgusudur. Kendine olan güvenini kaybetmiş, geleceğe yönelik olarak sürekli kaygılı olan bir işçi artık kendi kendini denetleyecek, dışsal bir baskı olmadan, bir emir verilmeden daha yoğun çalışacak, dayanışmadan uzak, sadece kendisini düşünen bencil bir kimliğe de kavuşturulmuştur. Yeni yasanın istediği budur...
“Feshin geçerli sebebe dayandırılmasını” düzenleyen 18. Madde...ye göre “Otuz ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır”. Oldukça nötr ve “anlamlı” görünen bu yaklaşımın özüne bakıldığında, “geçerli sebebin” iş güvencesi açısından aslında hiçbir anlamı olmadığı da anlaşılmaktadır... (bu hüküm ile birlikte) işveren bir işçiyi her an işçinin yetersizliği ve davranışları nedeniyle işten çıkarabilir. Çalışma temposunu ve üretkenliği bir işçinin fiziksel ve zihinsel gücünün üzerinde belirleyen bir işveren için bir işçiyi her zaman işten çıkarmak mümkündür. Örneğin en çalışkan işçinin bile günde 85 gömlek üretebileceği bir yerde işçinin yeterliliği 100 gömlek üzerinden belirlendiğinde işçi için geriye sadece tek bir seçenek kalmaktadır: işten atılmamak için, ustabaşının, şefin denetimine bile gerek kalmadan “gönüllü olarak konulan hedefe yaklaşmak için yoğun bir çaba göstermek, diğer işçilerden daha az gömlek üretmemek. Bu yöntem, bu otodenetim işçinin verimliliğini arttırırken, onu yoğun bir çalışma temposuna zorlarken, işverenin karlarına kar katmaktadır...her an işsiz kalma gerilimi yaşayan işçiler yoğun bir stres baskısı altında kalmakta, adeta bir hapishanede yaşamaktadırlar... Sürekli itaatin yarattığı gerlimin sonuçları ise oldukça ağır olmaktadır."
Türkiye’de Kapitalizmin Restorasyon Sürecinde Sosyal Politika ve Çalışma Yasaları, Yüksel Akkaya s.13-41 / Kapitalizm ve Türkiye II, Haz.Fuat Ercan-Yüksel Akkaya, Dipnot yay.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder