Sarkozy hükümeti haziran ayından bu yana altı kez grevle uyarılmasına rağmen emeklilik yaşını yükselten yasayı dünkü meclis oylamasıyla 153 hayır oyuna karşın 177 evet oyuyla geçirmeye hazırlanıyor. Her ne kadar değişiklik önergeleri görüşülüp nihai oylama Çarşamba günü yapılacaksa da önergenin yasalaşacağı kesin gibi.
Çalışma Bakanı Eric Woerth'un parlamentoya sunduğu düzenlemeye göre Fransız vatandaşlarının emeklilik yaşı 60'tan 62'ye yükseltiliyor, ödenecek pirim günü sayısı 40.5 yıldan 41.5 yıla çıkarılıyor ve emekli aylığı bağlanma yaşı da 65'ten 67'ye yükseltiliyor. Sarkozy, yasanın kabul edilmesiyle 70 milyar euro tasarruf edileceğini, Fransa'nın Avrupa ülkeleri arasında en düşük emeklilik yaşına sahip olduğunu ve bunun kesinlikle değişmesi gerektiğini savunuyor.
Durum sadece Fransa’ya özgü de değil, bilindiği üzere 2008 yılında yapılmaya çalışılan ancak sendika tepkilerinin de etkisi ile ertelenen düzenleme ile Türkiye’de de emeklilik yaşı 65 yaşına çıkarılmak istenmişti. İspanya hükümeti 65 olan emeklilik yaşının 67’e yükseltilmesine çalışıyor, Yunanistan’da da durum farklı değil, şubat ayından bu yana emeklilik yaşını 65’ten 67’e çıkarmaya çalışan ve tasarıyı temmuz ayında parlamentodan geçirmeyi başaran bir hükümetleri var. Elbette bu iş bununla da sınırlı kalmayacak zira Avrupa Birliğinin Raporuna göre 2060 senesine kadar kademeli olarak emeklilik yaşının 70’e kadar tırmandırılması prensip olarak kabul görmüş gibi hatta İngiltere 2046’a kadar kadın ve erkeklerin emeklilik yaşını 68’e kadar yükseltmeyi planlıyor. Peki bu düzenlemeler ne için yapılıyor?
1950 yılında 7 çalışana 1 emeklinin düştüğü OECD ülkelerinde bugün 4 çalışana 1 emekli düşüyor. Bu oranın 2050 yılında 2'ye 1 olması bekleniyor. Bu durumun açıklaması olarak gösterilen azalan doğum sayıları ve artan yaşam süreleri. Fakat konu çalışma sürelerinin yeniden düzenlenerek istihdam ve yaşam kalitesi arttırılması konusuna geldiğinde bu istatistikler sadece birer bahane olarak kalıyor. Asıl problem, bir sonraki kuşağın bir önceki kuşağın emekli maaşını ödediği bu sistemin azalan nüfus artışıyla birlikte durgunluğa girmesi. Bir de buna emeklilik yaşını 2 sene kadar ileriye ötelemekten kazanılacak bekletilen tazminat ve aylıkları da ekleyince kapital krizinin işçilerin paralarıyla bertaraf edilmesi gibi bir fırsat da doğuyor ki bu da tam anlamıyla bir soyguna dönüşmüş oluyor.
Aslında bu durumu bir de şuradan okuduğumuzda neler döndüğünü daha net görme olasılığımız da var: Fransa örneğinden gidersek; prim ödeme gün sayısındaki artış (40.5’ten 41.5’e) %2.5 mertebesinde bir artışa tekabül ediyor. 1970’lerde 44.7 olan ortalama haftalık süresi bu yasadan önce 35 saate kadar inmişti. Yeni düzenleme ile bu süre 35.9 saate yaklaşıyor. Yani işçilerin her hafta yaklaşık 0.9, senede ise 10.5 saati çalınmış oluyor. Dondurulmuş ücretlere (hatta Yunanistan’da olduğu gibi ödenmeyen) tahvil ettiğimizde ise işçi aylıklarında %3.5’lik bir kesinti de yapılmış oluyor.
Önümüzdeki günlerde Fransa’da yeni gösteri ve grevler beklenebilir ancak asıl beklenmesi gerekli şey küresel bazdaki bu saldırıya karşı topyekün bir farkındalıktır.
23 Ekim 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)